“İnsanlar dünya ve hayat hakkında düşüncelerini ileri sürerlerken, karakterlerini ortaya koyduklarının farkında değillerdir.”
İnsan yaratılışta kendine bahşedilen akıl, vicdan ve düşünebilme vasıfları dolayısıyla, o görünür alemin yegane mükellef ve sorumlu varlığıdır. Ancak insanın bu üstün ruhi cephesi yanında bir de topraktan yaratılan beşerî cephesi vardır. İşte insanın bu çift yönlü vasfı onun ahlaki bakımdan iki kutuplu bir varlık olması sonucunu doğurmuştur. Yaradan, ona iyilik ve kötülüğün kaynakları olan kabiliyetleri birlikte vermiştir. Dolayısıyla nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirleten ise hüsrana uğramıştır. İnsanın bu çift kutuplu tabiatı sebebiyle onun ahlaki hüküm ve tercihlerinde yanılabileceği ilahi buyruklarda da özellikle belirtilmiştir. İnsan nefsini temize çıkarmada oldukça aciz durumdadır, çünkü nefis ısrarla kötülüğü emreder. Dolayısıyla yükümlülüğün temeli ahlaka ve inanca dayanır...
İşte insanın, gereken seviyeye ulaşabilmesi, hikmetin tefekkürüyle hemhal olması, bilgi ve becerisini irfân haline getirebilmesiyle mümkün olacaktır. Mevlana’nın buyurduğu gibi, “ kalp denizdir dil de kıyı. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.
“Satırlar üstünde gezinen böcek, Ne bulur kitapta idrak edecek.”
Bir taraftan mekân ve zamanla kuşatılmışlık göz ardı edilmekte. Diğer taraftan sonu gelmez arzu, hırs ve ihtiraslar insana hükmetme gayretindedir. Bu durumda hayatın meşakkatsız, cefasız ve çilesiz hüküm sürmesini düşünmek, tahayyül ve tasavvur etmek mümkün mü? Diğer bir yönüyle de sergilenen ve izleyiciliğine mecbur kalınan ve hayat denilen bir eser de karşımızda durmaktadır. Öyle ki, bir de bu eserin, tamamını görebilecek bir mesafeden bakabilme becerisinden de yoksun kalınmış olması ve dolayısıyla eserin muhtevası ve verilmek istenen mesajın gayesi anlaşılamayacak ve teferruat barikatları ve ön yargıların aşılması mümkün olamayacaktır…
İnsanın önüne çıkan bütün bu engeller, onu yüceltecek değerler bakımından seviye kaybetmesine neden olacak ve işte bu durumda karşımıza çıkacak olan koca bir seviyesiz irtifa!..
Ve dolayısıyla bilgisiz, irfansız, idraksız ve tefekkürsüz bir akıl, fikir ve düşünce yolculuğunda ufuksuz, tahayyülsüz, tasavvursuz kalmış bir zihniyet!...
Kemiyet cihetiyle bir varmış, bir yokmuştan ibaret görülse bile bu hayat; keyfiyet veçhesiyle namütanahi ve ulvi gayelerle mücehhez bir mükellefiyet ve mukaddes bir yüktür. Başarılması gereken ağır bir imtihandır. Nihayetinde muafiyeti de mümkün olmayan, bir sorumluluktur. Bu durum izah gerektirmeyecek aşikâr bir gerçektir…
Ancak, insanoğlu kolaycılığa, nefsine ve hevesine meyyal zaafiyeti dolayısıyla, çoğu zaman bu imtihandan kaçınmanın yollarını ve çarelerini aramaktadır. Dolayısıyla meselelere sığ ve seviyesiz bir perspektiften bakmakta, herkese yetebilecek bir dünyayı yaşanmaz, çekilmez ve anlamsız bir hale getirmektedir…
İnsanın; olup bitenlere bakabilmesi, anlayabilmesi ve anlatabilmesi ancak, bakmak ve görmek, bilmek ve anlamak arasındaki farkın idrakini gerektiren bir seviyeye sahip olması, o seviyeyi kesbetmesiyle mümkün olacak, dolayısıyla seviyesi olmayanın meselesi de olmayacaktır!
Bugün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde sadece beş ülkenin daimî ülke olması ve bunlardan birinin veto yetkisini kullanması ile herhangi bir kararın alınamayışı, diğer ülkelerin söz haklarının sadece göstermelik olması, hak yerine güç ve kudret, adalet yerine menfaat ve zulmün egemen olması, bu idraksız, izansız ve tefekkürsüz zihniyetin tezahürünün ve seviyesizliğinin vücut bulmuş halinden başka bir şey değildir!...
Her türlü ahlaksızlığı, değersizliği meşru ve mübah gören ve tüm ulvi değerleri istismar ederek politikaları ve siyasetlerine alet eden, vicdanları alçalmış, gönülleri körelmiş, kalpleri kararmış, bu zihniyet, dün olduğu gibi bugün de, mazlumların, masumların, mağdurların kanları, gözyaşları, sefaletleri üzerine inşa ettikleri saltanat ve sefahatlarını sürdürebilmenin ve tüm insanlığı müstemleke haline getirebilmenin entrikaları içerisindedirler…
“Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör, duymak istemeyen kadar sağır değildir”
“Bazıları ışığın peşine takılır, birçokları ise gölgelerin”
Hak ve hakikat dâvası safında yer tutmak nefse zor gelse ve pek çok feragat, fedakârlık gerektirse ve de bu davâ her daim hakir görülse ve yalnız kalsa da “Biz, bu yolda ışığı önümüze alıp yürüyelim, gölgemiz arkamızdan ister gelsin ister gelmesin.”
Toplumların ve ülkelerin kalkınması ve huzurlu bir dünyanın kurulabilmesi, eğitilmiş, ahlaklı ve ulvi değerlere bağlı ve seviyeli kişiliklere sahip, günün şartlarının gerektirdiği her türlü bilim, teknoloji ve beceri ile donatılmış bireylerin yetiştirilmesi ve bunun tüm insanlığa kazandırılmasıyla mümkün olacaktır. Bu itibarla gençlerimizi, ilgi ve istidatlarına yöneltecek bir eğitim sistemi ile eğitmeli ve eğitim sistemimizi buna göre yeniden şekillendirmeliyiz.
Hasılı kelam Üstad’ın,
“Bir şey beklemeyin kaçın ahmaktan,
Korkun aziz fikri yere atmaktan!” veciz nasihati her daim akılda tutulmalı ve her şeyin nispi, izafi ve zıddıyla kaim, seviyesizliğin de alçaklığa denk bir irtifa olduğu ve de bir seviye belirttiği asla unutulmamalıdır!...
Selam, sağlık ve esenlik dileklerimle...