“Biz peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.” (İsra 15)
Bu ayet, kulların cezalandırmadan önce Allah’ın onlara karşı bir lütuf ve merhametidir. Cenab-ı hak bir memleketi yok edip halkını helak etmede de aynı “ilahi sünnetini” tatbik ediyor.
“Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, onun nimet ve refahtan şımarmış elebaşlarına emrimizi göndeririz. Buna rağmen yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz.” (İsra 16)
“Elebaşları” tabiriyle her milletin ileri gelen aydın tabakası kastediliyor. İdare mekanizması bunların elindedir. Servet ve saltanat sahibidirler. Her türlü hizmet ve konfor ayaklarına kadar gitmiştir. Ancak içinde bulundukları nimetler bunları şımartmıştır. Sefalete dalıp gevşemelerine sebep olmuştur. Sapıtmışlardır. Ve gözleri kimseyi görmez olur. Artık memleketin başına bela olmuşlardır. O milletin mukaddesatını ve manevi değerlerini çiğnemeye başlarlar. Şeref, ırz ve namus mefhumu ayaklar altına düşer. Kendilerine karşı çıkıp hesap soran yoksa o memleketi tamamen ifsad ederler. Milleti dejenere edip aralarına fuhuş ve taşkınlığı yayarlar. Milletleri millet yapıp yaşatan ve her milletin ulaşabilmek için can attığı manevi değerleri hiçe sayarlar. Böylece o millet izmihlale uğrar, çöker, hayatiyet, beka ve kuvvet unsurlarını yitirir. Ve nihayet mahvolup sayfası kapanır.
Ayet-i kerime, Allah’ın bu sünnetini dile getiriyor. Yani bir milletin batmasını gerektiren “ahval” tahakkuk edince, Allah o memleketi batırmak ister. Çünkü batmağa müstahak hale gelmiştir. Memlekette bozguncu elebaşlerı ve ifsadkomiteleri çoğalmıştır. Halk bunlarla mücadele etmemekte, yaptıklarına engel olmamaktadır. Halkın bu davranışlarına karşılık Allah, O elebaşlarını kendilerine iyice musallat kılar. Artık her şey çığırından çıkmış ve Allah’ın sünnetullah kanunu uygulamaya geçmiştir. Böylece memleket batar, insanları da yok olup gider.
Olup bitenlerden mes’ul olan o memleketin milletidir. Çünkü bozguncu elebaşıların ve ifsad komitelerinin, idarecilerin kötü hareketlerine karşı çıkmamışlar, yaptıklarına göz yummuşlardır. Başlarına gelenler onların yüzünden gelmiştir. Allah da bu yüzden memleketlerini yok etmiştir. Eğer onların önünü kesip maddi ve manevi değerlerin çiğnenmesine, kötülüklerin yayılmasına göz yummasaydılar, Allah da onları sebep kılıp böyle bir umumi felaketi verecek değildi.
İradeyi ilahiye, beşer hayatı için “değişmeyen sırlar ve nizamlar” koymuştur. Bir şeyin sebepleri vücut bulunca netice de derhal zuhur eder ve Allah’ın iradesi tahakkuk etmiş olur.
Allah fıskı, fesadı emretmez. Çünkü o, kötü şeyleri emretmekten münezzehtir. Ancak, bir milletin içinde azgın elebaşların mevcut ve hükümran oluşu o milletin izmihlale, yok oluşa doğru gittiğinin ve yıkılmaya mahkum olduğunun delilidir. İşte o zaman layık olduğu cezayı vermek üzere Allah’ın iradesi tecelli eder. Bu cezanın verilmesine asıl sebep olanlar ise; içlerinde azgın “elebaşılarını” barındırıp onlara hayat hakkı tanıyan halktır.
SON SÖZ:Bugün ülkemizin fotoğrafını çektiğimiz de ayetin tasvir ettiği tabloyu görmemek mümkün mü? Peki, Ey Millet! Bu tabloda, kendi mes’uliyetimizi de görebiliyor muyuz?
Tasavvufun bazı meşreplerinde “vahdet-i vücud” anlayışı, tarih boyunca birçok münakaşaya konu olmuştur. Bu meşrep, “hakikî vücut yalnız Allah’a aittir; diğer varlıklar gölge, hayal veya vehimdir” şeklinde özetlenebilir. Mevlânâ Câmî’ye nispet edilen şu beyit, bu düşünceyi veciz biçimde dile getirir:
Kur’ân-ı Kerîm, yalnızca geçmiş kavimlerin ibretlik kıssalarını anlatmaz; aynı zamanda bugünü ve yarını da aydınlatır. İsra Suresi’nin beşinci ayeti bu hakikate işaret eden çarpıcı bir misaldir: “Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü ola
Geçtiğimiz günlerde açıklanan PKK’nın fesih bildirisi, sadece bir örgütün dağılması değil; Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hafızasında derin izler bırakmış bir devrin kapanışı olabilir. Elbette bu tür tarihî dönemeçler sadece belgelerle değil, bakış açılarıyla da anlam kazanır. Uluslararası çevrele
Dünya, mazlumun sessiz çığlığına sağır kalmış bir hâlde… Savaşların, çatışmaların ve insanlık dramlarının neredeyse sıradanlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Modern zamanın en büyük çelişkisi şudur: Medeniyetin zirvesinde olduğunu iddia eden insanlık, hâlâ en ilkel yöntemlerle birbirini yok etmeye çalışıy
“Tarih, ibret alınsaydı tekerrür etmezdi.” I. SESSİZ BİR ÇIĞLIK: KESİK MİNARE Ali Ulvi Kurucu’nun hüzünle aktardığı bir sahne vardır hatıralarında: Konya’daki Aslanlı Kışla Camii’nin minaresi, bir gün ansızın, sessizce, devlet eliyle kesiliverir. Sebep: askerî birliklere yakınlığı! Yani minarenin
Zaman zaman sosyal medya mecralarında ve televizyon ekranlarında dinî meselelerin tartışma konusu yapıldığını görüyoruz. İslâm’ın temel kaynaklarından alınan bazı hadisler, bilgi sahibi olmayan kişiler tarafından yorumlanıyor ve bu yorumlar da halkın zihninde şüpheler doğuruyor. Bu durum ise faydada