Dünya, mazlumun sessiz çığlığına sağır kalmış bir hâlde… Savaşların, çatışmaların ve insanlık dramlarının neredeyse sıradanlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Modern zamanın en büyük çelişkisi şudur: Medeniyetin zirvesinde olduğunu iddia eden insanlık, hâlâ en ilkel yöntemlerle birbirini yok etmeye çalışıyor. Üstelik bu yıkımların çoğu, güya “barış” ve “güvenlik” adına gerçekleştiriliyor.
Bediüzzaman Said Nursî’nin asırlar ötesinden yankılanan şu sözü, bugünün dünyasında kulaklara küpe olmalıdır:
“Adalet-i mahza-i Kur’aniye; bir masumun hayatını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa heder etmez.”
Bu, sadece ahlâkî bir prensip değil, aynı zamanda hakiki bir dünya barışının temelidir. Zira gerçek adalet, sayılara, güç dengelerine, menfaat hesaplarına göre şekillenemez. Masum bir canın kıymeti, tüm beşerî çıkarların üzerindedir. Bugün küresel siyasetin geldiği nokta ise bu hakikatin tam tersidir.
Filistin’de çocuklar, kadınlar ve yaşlılar hedef gözetmeksizin bombalanıyor. Ukrayna’da yerleşim alanları haritadan siliniyor. Afrika’nın birçok ülkesinde iç savaşlar, terör ve açlık; en çok masum halkı vuruyor. Bu manzaralar artık insanlığın gündelik haberi hâline gelmiş durumda. Vicdanların köreldiği, gözlerin sadece ekranlara baktığı bir çağdayız.
Ve şimdi yeniden gündemde: Pakistan-Hindistan gerilimi… Yıllardır süregelen Keşmir meselesi, iki ülkeyi yeniden savaşın eşiğine getirdi. İki ülkenin de nükleer güç sahibi olması, gerilimin sadece bölgesel değil, küresel bir tehdit haline dönüşmesine yol açıyor. Oysa bu topraklarda yaşayanlar da hayat, huzur ve güven içinde yaşamak istiyor. Çatışmalardan en fazla etkilenen yine masum halk… Yine çocuklar, yine yoksullar, yine siviller…
Bu ortamda Bediüzzaman’ın tarif ettiği “hodgâm insan tipi”, dünya siyaset sahnesinde daha görünür hale geliyor:
“Hodgâmlık ile öyle insan olur ki ihtirasına mani her şeyi, hattâ elinden gelirse dünyayı harap ve nev-i beşeri mahvetmek ister.”
Bugünün dünyasında birçok lider, birçok güç odağı, işte bu hodgâmlıkla hareket ediyor. Kendi iktidarını sürdürmek için, halkını ateşe atmakta bir beis görmüyor. Menfaat için adaleti, kibir için merhameti feda ediyor.
Bu karanlık tabloya karşı sesini yükselten her vicdan, her kalem, her yürek; adalet-i mahzayı hatırlatmalıdır. Zira adalet sadece mahkemelerin işi değil; insanlığın ortak vicdanı, ortak değeridir.
Bugün susarsak, yarın çok geç kalabiliriz.Çünkü bir tek masumun hakkı, bütün bir insanlığın kurtuluşuna veya helakine vesile olabilir.
Not: Dünya üzerindeki ekolojik felâketleri de bir de bu noktâ-i nazardan değerlendirelim. Zira insanın kendine ve hemcinsine ettiği zulüm, toprağa, havaya ve suya da sirayet etmektedir. Kur’an’ın “fesad-ı fil-berri vel-bahr” diye haber verdiği hakikat, bugün eriyen buzullarda, yanan ormanlarda ve kuruyan nehirlerde tecelli etmektedir.
Kâinat adalet üzerine kuruludur; insan zulmettikçe, tabiat da insana karşı sessiz bir isyanla cevap vermektedir. Unutmayalım ki masumların ahı yalnız semaya yükselmez, yerin derinliklerinde de yankı bulur.