Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Eserden müessire: Tevhidin sahih yolu

Yazının Giriş Tarihi: 30.05.2025 07:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.05.2025 13:13

Tasavvufun bazı meşreplerinde “vahdet-i vücud” anlayışı, tarih boyunca birçok münakaşaya konu olmuştur. Bu meşrep, “hakikî vücut yalnız Allah’a aittir; diğer varlıklar gölge, hayal veya vehimdir” şeklinde özetlenebilir. Mevlânâ Câmî’ye nispet edilen şu beyit, bu düşünceyi veciz biçimde dile getirir:

“Kâinatta ne varsa ya vehimdir, ya hayaldir; yahut aynadaki akisler ya da gölgelerdir.”

Bu anlayış, bir vecd hâlinin mahsulü olarak tasavvufî menzillerde mazur görülse de, umumî tefekkür yolunda tehlikeler barındırır. Zira bu meşrep, zamanla “eserden gaflet etme”ye ve nihayetinde Allah’ın kudret ve hikmetinin tecellisi olan kâinatı yok saymaya kadar varabilir.

Misal vermek gerekirse: Selimiye Camii’ne bakan bir kişi, sadece Mimar Sinan’ı görüp camiyi görmezse, bu hayranlık değil, gaflet olur. Eser inkâr edilerek sanatkâr doğru anlaşılmaz. Aynı şekilde mahlûkatı yok sayarak Allah’a ulaşmak mümkün değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın marifetine giden yol, eserden müessire, yani mahlûkattan Hâlık’a yükselir.

İşte bu noktada Risale-i Nur’un "safî meşrebi", yani fark ve sahv temelli tevhid anlayışı, Kur’anî çizgide selametli bir yol gösterir. Bediüzzaman Hazretleri bu meselede çok net bir tavır alır:

“Sanatkâr, sanatıyla bilinir. Güzellik, eserle görünür. Eserin inkârı, marifetine manidir."

“Ve fî kulli şey’in lehu âyetun, tedullu alâ ennehu vâhidun.”

Her şeyde O’nun bir ayeti vardır; hepsi, O’nun bir ve tek olduğuna delalet eder.

Risale-i Nur, mahlûkatın vücudunu hayal değil, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olarak hakiki kabul eder. Evet, fânidir; lakin fanîlik, hayal olmak değildir. Mahlûkatın kıymeti, kendi varlıklarında değil, Allah’a delil oluşlarındadır. Onları görmezlikten gelmek, marifetullahın anahtarlarını elden bırakmaktır.

Bediüzzaman’ın “ehl-i vahdetü’ş-şuhud” meşrebine verdiği değer, bu açıdan anlamlıdır. Zira bu yol, mahlûkatı silmeden, sahv (uyanıklık) ve fark (ayırt edicilik) ile Allah’a yönelir. Hem tehlikeden uzaktır, hem sünnet-i seniyyeye muvafıktır.

Bu sebeple denilebilir ki:

Tevhidde sahih ve selametli yol, eseri inkâr ederek değil, eserden müessire intikal ederek yürünür.

Vahdet, yoklukta değil; tecellîde aranmalıdır.

Bu iki cümle, imanî tefekkürün iki yönünü ortaya koyar:

1. Yıkıcı değil, yapıcı bir tevhid anlayışı: Varlığı inkâr ederek değil, varlıktan Allah’a giden bir yol.

2. Yokluk değil, varlıkta tecellîyi fark etmek: Eşyayı inkâr değil, eşyadaki İlâhî izleri görmek.

Bu yaklaşım, Risale-i Nur’un temel imanî yöntemini yansıtır:

“Mârifet, inkârda değil; derinlikli tefekkürdedir.”

“Ve fî kulli şey’un lehu âyetun, tedullu alâ ennehu vâhidun.”

Her şeyde O’nun bir ayeti vardır; hepsi, O’nun bir ve tek olduğuna delalet eder. Her varlık Allah'tan bize gönderilen bir mektuptur, O'nu bildiren bir mesajdır.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.