Son zamanlarda gerek dünyada ve gerek ülkemizde birbiri peşi sıra meydana gelen "semavi ve arzi belalar", bana "Mesnevi'deki" meşhur hikâyeleri yeniden okumamı sağladı. Mevlana hazretleri, insanların tavır ve muameleleri ile katastrof dediğimiz büyük felaketler arasında sebep-sonuç ilişkisini kuruyor ve hadiseleri bu yönden değerlendiriyor.
Bu hikayelerde hem terbiye, kültür ve ahlak; ve hem de psikolojik, sosyolojik mesajlar ve kişiyi rehabilite edici bilgiler var.
Keşke diyorum; bugün okullarımızda terbiye yönünden bir Mesnevi; Ahlak ve adab-ı muaşeret yönünden Gazali'nin İhya-i Ulum u Din'i; sağlam ve güçlü bir iman ve inanç yönünden Nursi'nin "Risaleleri" okutulsa, ders kitapları olarak yerini alsaydılar. Ama eminim ki, bir gün o da olacak. Bu ülkenin yöneticileri, genç nesli batı orijinli bir eğitim modeli ve baskısından kurtaracaklardır. Yerli ve cesur bir yönetici, bir başkan mutlaka çıkacaktır.
Tekrar mevzumuza döndüğümüzde; Mevlana 3430. Beytinde, "Kıpti-Sıpti" hikayesini anlatır. Bu ve bundan sonraki bahiste, Hz. Musa Peygamber'e inanan ve İsrailoğullarının on iki sıbtından (bölüğünde) birine mensup olup bir Kıpti ile, yani Kıbıt kavminden olup Firavun'a uymuş bulunan Mısırlı ile dost olan kişinin arasında geçen muhayyel bir hikâyeyi anlatıyor. Sıpti'nin duası ve telkini ile imana gelen Kıpti'nin varlığından geçişini, sudan da, her şeyden de vazgeçip gönül huzuruna erişini, gerçekten çok güzel bir surette canlandırıyor:
"İlahi belanın Mısırlı Kıptileri nasıl kuşattığını, yaşamın, nefes almanın nasıl zorlaştığını, içtikleri suların nasıl kana dönüştüğünü o muhteşem beyitleri ile dile getiriyor. Bir tarafta tasvirin muhteşemliği, bir tarafta mesajın etkinliği, bir tarafta nazmın-şiirin akıcılığı insanı kendisinden geçiriyor. Hakikaten şark dünyası olarak büyük bir hazinenin üstünde oturmuşuz; lakin haberimiz yok. Yeni Maarif Bakanımızdan bu konuya eğilmesini hassaten rica ediyorum. Ülkemiz güçlendikçe Mavi Türkiye'de yaptığı hamleleri, verdiği mücadeleyi; manevi alanda da bu çok çok değerli madenlerimizi ve kaynaklarımızı tekrar gün yüzüne çıkarmalı ve yeni nesil kuşağımızla buluşturmalıdır.
Düşünebiliyor musunuz, son Osmanlı Sadrazamı Said Halim Paşa'nın da vurguladığı gibi:
"kalbi ve vicdanı din ve iman ilimleriyle, binlerce yıllık kültür, örf ve adetleri ile beslenmiş; aklı ise, fen ve teknoloji ile aydınlanmış bir neslin, değil sadece Türkiye ve İslam alemine; koskoca insanlık dünyasına nasıl bir medeniyet anlayışını sunacağı herhalde izahtan varestedir.
Kur’ân-ı Kerîm, yalnızca geçmiş kavimlerin ibretlik kıssalarını anlatmaz; aynı zamanda bugünü ve yarını da aydınlatır. İsra Suresi’nin beşinci ayeti bu hakikate işaret eden çarpıcı bir misaldir: “Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü ola
Geçtiğimiz günlerde açıklanan PKK’nın fesih bildirisi, sadece bir örgütün dağılması değil; Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hafızasında derin izler bırakmış bir devrin kapanışı olabilir. Elbette bu tür tarihî dönemeçler sadece belgelerle değil, bakış açılarıyla da anlam kazanır. Uluslararası çevrele
Dünya, mazlumun sessiz çığlığına sağır kalmış bir hâlde… Savaşların, çatışmaların ve insanlık dramlarının neredeyse sıradanlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Modern zamanın en büyük çelişkisi şudur: Medeniyetin zirvesinde olduğunu iddia eden insanlık, hâlâ en ilkel yöntemlerle birbirini yok etmeye çalışıy
“Tarih, ibret alınsaydı tekerrür etmezdi.” I. SESSİZ BİR ÇIĞLIK: KESİK MİNARE Ali Ulvi Kurucu’nun hüzünle aktardığı bir sahne vardır hatıralarında: Konya’daki Aslanlı Kışla Camii’nin minaresi, bir gün ansızın, sessizce, devlet eliyle kesiliverir. Sebep: askerî birliklere yakınlığı! Yani minarenin
Zaman zaman sosyal medya mecralarında ve televizyon ekranlarında dinî meselelerin tartışma konusu yapıldığını görüyoruz. İslâm’ın temel kaynaklarından alınan bazı hadisler, bilgi sahibi olmayan kişiler tarafından yorumlanıyor ve bu yorumlar da halkın zihninde şüpheler doğuruyor. Bu durum ise faydada
Son zamanlarda elime bir kitap geçti: “Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursî Gerçeği.” Yazarı Emrah Cilasun. Kitap, Bediüzzaman Said Nursî’yi bir “efsane” olarak ele alıyor; onun etrafında oluşan anlatıların gerçek dışı olduğunu iddia ediyor. Haliyle merak ettim, okudum. Fakat kitapta karşılaştığım ş