Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Bilim ve Tekvinî Şeriat

Yazının Giriş Tarihi: 14.03.2025 07:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.03.2025 14:57

Bilimin” sahası, “Tekvini Şeriat”ın kanunlarıdır. Ve şunu da hemen belirtelim ki, bu kanunlar asla külli, mutlak ve bağımsız değildir. Kâinat, bazı İslam hükemasınca ifade edildiği üzere, adeta ‘ansızlık’ içinde devamlı bir ‘hudus-zevâl’i yaşamakta, bir başka ifadeyle Allah’tan gelip, Allah’a gitmektedir.”Kulle yevmin hüve fi şe/n(in)..” O, her gün yeni bir iştedir.(Rahman29)

Bu görüşü atom fizikçileri de: “Kâinat, şu anda T1 halinde şimdiki durumundaysa, hemen biraz sonra T2 halinde aynı şekil ve durumda olacak diye bir kaide ileri sürülemez” demektedirler. Onu yaratan ve devamlı yaratmakta olan Allah, bir an sonra onu değiştirebilir ve hatta hayatına son verebilir. Ayrıca sebepler ‘külli’ de olmadığından ‘ateş her zaman ve her durumda yakar, güneşin her zaman doğudan doğması gerekir, birinin ölümüne yol açan bir hadise veya hastalık, her kişinin ölümüne yol açar” gibi kesin kaidelere ve sebep-netice münasebetlerine her zaman varılamaz.

İslam’ın, tabii hadiselerin bir sebebe dayandığını, ‘umumi illiyet kanunu’nu ve aklın bunlar üzerindeki istidlali çalışmalarını kabul edişini, bu temel çerçeve içinde değerlendirmemiz gerekir.

Nihai planda bilimi yapan, insanın kendisidir. Gerçi, bilimin sahası olan fizik âlemi ve bu âlemin kanunları insandan bütünüyle bağımsızsa da, bu kanunları keşfeden ve üzerlerinde ‘bilim’ binasını yükselten, bizzat insanın kendisidir. Bu sebeple, modern dünyada bilimin ‘ne’likten ‘kim’liğe çıkarılmasının altında başka gayeler de güdülse gerektir.

Rönesans’ın getirdiği veya Rönesans’ı yapan paradigma, ‘Fiziği’ baş köşeye oturtmuştur. Hedef, dünya hayatını en iyi şekilde yaşamak ve bunun için de en büyük ölçüde tüketmek ve üretmek olduğundan ve bunu da fizik âlemi sağladığından, dikkatler bütünüyle bu âleme çevrildi. Bu âlemde geçerli görünen mutlak ve küllilikten uzak ‘genel’ kanunlara ‘küllilik ve mutlaklık’ verip, hakikat bu âlemde arandı ve bu âlemi incelemenin adına ‘bilim’ dendi. İhtiyaçların yol açtığı konsantre düşünce ve gayretlerin patlamaları olan icadlarla, fiziğin genel kanunları ortaya çıkarıldı ve bunlara dayanılarak yeni aletler üretildi, en sonunda da dev bir teknoloji ortaya çıktı. Fizik âleminin vazgeçilmez unsuru olan madde, değişken ve parçalı olduğundan, fizik âlemi ve bizzat insanın kendisi birbirinden bağımsız parçalara indirgendi ve bu da, sonu gelmez ihtisaslaşmalara yol açtı. (Bknz;İlim ve bilim kavramı tahlilleri)

Modern bilim, çoğu yerde hakikati ifade etmekten uzaktır. “Mutlak Hakikat”, değişen, değişir görünen âlemin ve hadiselerin ötesinde bir ve değişmezken bilim, onu değişen âlemde aramakta ve öncelikle ‘duyu’lara dayandırmaktadır. Duyular ise, her zaman yanıltıcıdır ve idrakı kişiden kişiye değişir. Sonra duyuların hissettikleri şeyleri bilgi haline getirecek olan ‘istidlali akıl’, kişiler sayısınca değişiktir ve bu noktada ‘aklın yolu bir değildir’. Yine duyuların hissettiklerini doğrulamak için getirilen ‘deney’in ise, elde kabul edilmiş ön hakikat olmadan herhangi bir şeyi ispatlayamayacağı açıktır. Herhangi bir hadisenin iki ayrı zamanda ve iki ayrı yerde, hatta milyonlar sayısınca aynı zamanda ve aynı yerde meydana gelmiş olması, onun bir defa daha meydana gelmesini mutlaka gerektirmez. David Hume’dan beri batıda da bilinen bir hakikattir bu. Atom fiziğinin bu hakikati doğruladığı ve ayrıca, temeli olan sebep-netice kanunu iptalle, mekanik fiziği yıktığı günden beri, artık batılı bilim felsefecileri de ‘doğru’dan değil, ‘doğruya yakın’dan dem vurmaktadırlar. K.R.Popper; “Hem Einstein’ın, hem Newton’un teorilerini bilim sayıyoruz, ama ikisi birden doğru olamaz; üstelik her ikisi de pekâlâ yanlış olabilir” diyerek, bilimin doğruyla aynîleştirilemeyeceğini ifade etmektedir.

R.Guenon’un ifadesiyle; “Bilimin/bilimcilerin önünde iki alternatif vardır, ya bilimsel teorilerin farazi keyfiyetini kabul edip, hissedilir sabit bir gerçeğin üstündeki her çeşit kesinliği reddetmek, ya da, bu farazi keyfiyeti bir tarafa bırakıp, bilim adına öğretilen her şeye körü körüne inanmak.” Birincisi, ne devasız bir dert ve ikincisi batının bilgisinin cahil bir bilgi olduğunun en şâhane itirafı.

Evet, bilim, sahasını aşmadığı ve kendi üstünde sabit bir hakikatın bulunduğunu kabul ettiği zaman değerini bulacaktır. Ve bu hakikat gün gibi ortadadır. Çünkü “mutlak” olmaksızın izafi, değişmezlik olmaksızın “değişme” ve birlik olmaksızın “çokluk” manasız ve imkânsızdır. Bilgi ancak değişmezliğe ulaştığı zaman değiştirilemezlik kazanır; bu da, insanın üstündedir. Doğru/hakikat, insan zihninin ürettiği bir şey olmayıp, bütünüyle insandan bağımsızdır ve insana düşen onu bulmak ve kavramaktır.

Bilimselliğe getirilen bu haklı eleştiriler, tabii ki bilimi bütünüyle menfiye itmek için değildir. Şeriat-ı Tekviniyye’nin kanunlarının keşfinden ibaret olan bilim ve onun mahsülü olan teknik, sırt çevrilebilecek bir şey olmadığı gibi, menfi telakki edilip bir yana bırakılacak bir şey de olamayıp, Müslüman olarak yaşamanın, ancak bilim-teknik öncesi zaman ve şartlarda mümkün olabileceği gibi bir iddiada ileri sürülemez ve sürmüyoruz.

Bir fesihten fazlası: Geleceğin aydınlığına doğru

16.05.2025 07:00

Geçtiğimiz günlerde açıklanan PKK’nın fesih bildirisi, sadece bir örgütün dağılması değil; Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hafızasında derin izler bırakmış bir devrin kapanışı olabilir. Elbette bu tür tarihî dönemeçler sadece belgelerle değil, bakış açılarıyla da anlam kazanır. Uluslararası çevrele

Masumun hakkı ve dünya barışının ölçüsü!

09.05.2025 07:00

Dünya, mazlumun sessiz çığlığına sağır kalmış bir hâlde… Savaşların, çatışmaların ve insanlık dramlarının neredeyse sıradanlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Modern zamanın en büyük çelişkisi şudur: Medeniyetin zirvesinde olduğunu iddia eden insanlık, hâlâ en ilkel yöntemlerle birbirini yok etmeye çalışıy

Tarihin tekerrürü: Kesik minareler, yakılan kitaplar

02.05.2025 07:30

“Tarih, ibret alınsaydı tekerrür etmezdi.” I. SESSİZ BİR ÇIĞLIK: KESİK MİNARE Ali Ulvi Kurucu’nun hüzünle aktardığı bir sahne vardır hatıralarında: Konya’daki Aslanlı Kışla Camii’nin minaresi, bir gün ansızın, sessizce, devlet eliyle kesiliverir. Sebep: askerî birliklere yakınlığı! Yani minarenin

İlmi tartışmalar ekranda olmaz

25.04.2025 07:00

Zaman zaman sosyal medya mecralarında ve televizyon ekranlarında dinî meselelerin tartışma konusu yapıldığını görüyoruz. İslâm’ın temel kaynaklarından alınan bazı hadisler, bilgi sahibi olmayan kişiler tarafından yorumlanıyor ve bu yorumlar da halkın zihninde şüpheler doğuruyor. Bu durum ise faydada

Bediüzzaman: Efsane değil, gerçek bir hayat

18.04.2025 07:00

Son zamanlarda elime bir kitap geçti: “Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursî Gerçeği.” Yazarı Emrah Cilasun. Kitap, Bediüzzaman Said Nursî’yi bir “efsane” olarak ele alıyor; onun etrafında oluşan anlatıların gerçek dışı olduğunu iddia ediyor. Haliyle merak ettim, okudum. Fakat kitapta karşılaştığım ş

İblis’in secde etmeyişi ve insanın değeri

11.04.2025 07:00

Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî’sinde insanın yaratılışı, şeytanın secde etmeyişi ve hakikatin derinliği üzerine önemli hikmetler sunar. A. Bâki Gölpınarlı’nın tercüme ve şerhini incelediğimizde, 1. cildin 1494-1495. beyitlerinde İblis’in Adem’e secde etmeyişine dair çarpıcı bir yorumla karşılaşı

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Bursa Hayat Gazetesi En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.