Yolun yarısını yarılamışım, gelmişim 30 küsur yaşına, hala ama hala yontmaya çalıştığım ama bir türlü muvaffak olamadığım bir iki de değil tonlarca huyum var, alışkanlığım var, bırakmak istediğim, kurtulmak istediğim özelliklerim var. Ama neredeyse hiçbirini kontrol altına almayı başaramadım. Dönüp dolaşıp en başa sarıyorum günün sonunda. Ve çok imrenirim yapacağım deyip de yapabilen insanlara. Azimle istikrarla sabırla bunu gerçekleştirebilene hayranlık duyarım. Kendim bildim bileli en başta kendimin rahatsızlık duyduğu üstelik çevreme de sıkıntı yaratan belli başlı alışkanlıklarım ve huylarım var.
Mümkünatı yok üzerimden atamıyorum ama...
Artık bir yaştan sonra da kendin kendine ağır gelmeye başlıyorsun, kendine yetişememek kavramını yeni yeni deneyimliyorum mesela. İlginçtir...
Acayip aceleci bir yapım var, sabırsız, haddinden fazla hızlı olma gayreti, çabası içinde olmak...
Ve bu beni artık çok yormaya başladı mesela. İnsan kendi kendine yetişemez mi ya, böyle bir kavram mı vardı yani. Ben yetişemiyorum, beynim kesinlikle susmuyor, uyumuyor, dinlenmiyor, hep bir ölçme tarama tartışma halinde. Olasılıklar üzerinde yeni senaryolar yazıp yazıp siliyor.
Bir de en çok dertlendiğim huyum ise; evham...
Çok muzdaribim bu konuda kendimden. Hemen anında silmek isterim mesela kendimden, içimden, beynimden. Beni yormak için başka bir insana ihtiyaç yok, ben kendi kendimi gayet güzel müthiş derecede yorup üzebilen bir insanım.
Belki de dile gelmeyen ya da ilk akla gelmeyen insanı en hızlı yiyen bir huydur evham.
Anında içini kurutma özelliği vardır evhamlı insanların. Ve hiç istemiyorum ki bu huyumun, özellikle bu huyumun çocuklarıma geçmesini. Ama benim ailem böyle. Geçen altı üstü bir gezmeye gideceğiz bir kahve içip keyif yapıp döneceğiz, evden bir çıkışımız var gören savaşa gidiyoruz sanır, bir telaş, bir acele, bir sinir, bir koşuşturma, bir bağrışma, bir boşalma... cümbüş anlayacağınız o kapıdan çıkış hali. Arabaya bindik yorulmuşuz bile. Kardeşim direk dönüp "Abla gözünü seveyim bu genini çocuklarına aktarmamış ol...bittim" dedi.
Gülmeye bir başladık, herkes anında gevşedi.
Çok özenirim mesela gamsız insanlara…
Eskiden sinir olurdum, nasıl böyle rahat olabiliyorlar nasıl sakin kalabiliyorlar diye ama baktım ki en güzeli buymuş da ben anlayamamış ve görememişim.
Aslında ne kadar kafaya takarsan tak ne yaparsan yap ne kadar çabalarsan çabala hatta ne kadar üzülürsen üzül bir yere kadar, bazı şeyleri kesinlikle değiştiremiyorsun. Kendini harap edip bitirmekle kalıyorsun en büyük zararı kendin görüyorsun.
Eşim hep uyarma gereği duyar beni "Sakin, yavaş, dur biraz, acele etme, telaş yapma, hızlı kalkma, korkma, koşma, şaşırma..." uzayıp gidiyor. İki saniye dinleyip sonra anlamadan tekrar yapıyor halde buluyorum kendimi.
Geçen hastanedeyiz, çok da önemli bir işimiz yok çok şükür, rutin kontrol, hızlı hızlı hasta kayıt için nüfus cüzdanı çıkarmaya çalışıyormuşum farkında değilim, karşımdaki kadın durdurdu " sakin ol ya, aceleye gerek yok, yavaş yavaş çıkar önemli değil" dedi. Bir an durdum. Güldüm “Hızlı mı hareket ediyorum farkında değilim her zamanki halim benim" dedim, gülüştük.
Ama vücudum artık hata vermeye başladı. Başka yerlerden başka bir şeyler çıkıyor ve sebepsiz. Sebebini de buna bağlıyorlar üstelik doktorlar da. Ve buna da çok sinirleniyorum. Hiç yoktan dert açıyorum kendi başıma. Hasta olmayan vücudumu hasta ediyorum. Gecen kendi kendime “Şükürsüz müsün sen ne bu böyle ne derler adama..." diye söyleniyordum.
Kendime de sinirlendim tam oldu…
Ciddi çalışmam lazım kendi üzerimde bir nokta da durmak gerek. İnsan kendini bilmezse kendine bile yararı olmazsa karşısındakine nasıl yararı olabilecek. Hep önce kendimizden başlasak aslında hayat daha yaşanılası olurdu galiba...
Dünyaya nasıl bir strateji uyguladılarsa, anlamadan bütün insanlık şu an sözde dalga geçtiğimiz ama gün gibi gerçek olan "popüler kültürün kölesi" olduk çıktık. Sanki var oluşumuzun sebebi gibi önem veriyoruz. Streslere giriyoruz, mutsuz oluyoruz, depresyondan depresyona atlıyoruz, hayatımızın gid
Ben artık ciddi ciddi üzerimizde psikolojik bir deney denediklerine dair fikri kabul edecek kıvama geldim. Çünkü olanlara karşı başka bir açıklama bulamıyorum. Sanki bir deneyin içindeyiz, sabrımızı sınıyorlar, derecesini ölçüyorlar, taşma noktamızı bulmaya çalışıyorlar, nerede ne zaman hangi noktad
Kent yaşamının o çok arzuladığımız, uğruna nice fedakarlıklar yaptığımız ve asıl yurdumuzu bırakıp şehirlere göç ettiğimiz bu düzenin tüm olumsuz etkilerini farkında olmadan neredeyse tamamen çocuklarımızın omuzlarına yüklemişiz. Sanki bir lütufmuş gibi binaların arasında onlara ufacık bir alan bır
Şu televizyonu açmaya gelmiyor. Bazen canım sıkılıyor gezineyim diyorum akşam bakınayım şöyle diyorum. Millet çatır çatır dizi izliyor fanatik gibi, belki benimde dikkatimi çeker diyorum. İlla bir yerde konu dizilere geliyor. Her defasında bense bilgisiz öylece dinliyorum. Nasıl bir hazla anlatılıy
Yine gündemimiz maşallah (her daim olduğu gibi) çokça yoğun. Bazen boş gözlerle olup biteni izlerken bir anda bir soru dönüyor kafamda. "Niye bizim konularımız her daim bu kadar uç noktalarda? Niye her daim çok önemli, kırmızı alarm seviyesinde?” Kesinlikle aman bu da sorun mu dediğimiz hiç bir tan
Çekirge’nin, tarif edemediğim ama beni hep mutlu eden bir yanı var. Daha bu sabah Zübeyde Hanım tarafına doğru çıkarken, ovadan hafifçe rampaya tırmanmaya başladık. Bir an fark ettim ki, gülümsüyorum. Yol boyunca uzanan o koca ağaç gövdeleri, sabahın serin esintisi, havanın berraklığı… O an, içimden