Yine aynı düşüncede kaybolunca her bayram aynı düşünceye düştüğümü fark ettim. Dedim ki, ben bunu daha önce de düşünmüştüm. Sonra fark ettim ki uzun zamandır bunu hissediyorum. Bir yalnızlık hissi… Aslında yalnız değilim ama yine de bir eksiklik var sanki. Bunu düşündüğümü anladım uzun zamandır.
Acaba dedim neden böyle hissediyorum sonra fark ettim ki çocukluğumdaki o hissi arıyorum ben galiba.
Saçma bir düşünce aslında ama niye bilmiyorum eksiklik hissiyatı vermeye başladı.
Eee artık çocuk değiliz, hatta çocukluğumuzdaki o büyük ebeveyn kategorisindeyim artık. Bazı şeylerin, hissiyatların değişmesi çok normal.
Ama yine de bunu bilmeme rağmen bir eksiklik var. Düşününce ben yine pandemi dönemine dönüyorum. Çünkü buna açıklık getirecek başka bir açıklamam yok.
Gerçekten düşününce pandemiden önce bu kadar da yalnız değildik ya biz. Evet, yine eskisi gibi değildi ama bu raddelerde de değildi sanki. Son 5 yıldır herkes iyice içine kapandı, kimsenin kimseyi göresi yok. Merhaba diyesi bile yok.
Öz ailen yani; annen baban, yeğenlerin, deden, ninelerin, teyzen, halan, dayın, amcan varsa kalabalıksa iyisin. Hiç olmadı evin sessiz olmuyor en azından. Ama az ve öz isen hepsinden birer tane var ise normal günlerden farkı olmuyor bayramların da.
Gerçi onların da bir araya gelmesi artık sorun teşkil etmeye başladı. Kimisi hatta kimisi değil çoğu tatili tercih etmeye başladı. Yakında bayram diye de bir kavramımız kalmayacak diye korkmuyor da değilim açıkçası.
Sonra böyle düşününce eski kafalı oluyorum. Çağa ayak uyduramamış bir birey oluyorum, hatta sıkboğaz ve sıkıcı sınıfına bile giriyorum yani.
Aslında içim kalabalıklar istiyor. Eskiyi özledim diyorum keşke eskisi gibi olsak diyorum ama bazen de onca yoğunluğun altından nasıl kalkıyormuşuz derken de buluyorum kendimi.
Aslında özünde bende paslandım. Özlemim var ama herkes gibi benimde içimde enerjisi emilmiş sömürülmüş yaşlı biri var.
Sanırım herkesin içinde bir yerde bir özlem var ama öyle alıştık ki artık bireyselleşmeye, kalabalıklardan uzun zamandır uzağız. Unuttuk nasıl zinde kalınır, nasıl koşturulur, nasıl enerjik olunur.
Ramazanlarda hakikaten yorulurduk. Evet ama ruhumuz doyardı sanki. Mutlu huzurlu bir yorgunluk olurdu. Uyur ertesi gün yine enerjik uyanırdın kimi ağırlasam şimdi diye düşünürdün. Aslında gizli gizli zevk verirdi bu sana.
Artık misafir ağırlamanın düşüncesi bile ağır geliyor. Acaba çağırsam mı ağırlasam mı diye bir düşünce akla düştüğü andan itibaren öyle ağırlaşıyor ki içinde bu fikir, eyleme dökme fikri bile yoruyor insanı.
İçimde hem özlem hem aman kim uğraşacak o kadar uğraşla savaşı var resmen. Duygudan duyguya geçiyorum. Şimdi böyle hepsini sıralayıp yazınca ne kadar kötü bir döngünün içinde cebelleşiyoruz daha iyi anladım. Bedenlerimizi değil ruhumuzu körelttiler resmen.
Bu yorgunluk bıkkınlık hissi hep ruhani.
Sosyal varlıklarız, özünde nerde kalabalık orda şarj oluruz biz. Ama bunu yok etmeye yemin etmiş birileri işe de yarıyor gerçekten.
Bireysellik diye tutturdular. Sen önemlisin, önce sen gelmelisin, senin kararın önemli, benliğin yalnızlığın önemli diye diye bir girdaba sürüklediler bizi.
İçimiz bunun yanlışlığının farkında ama yine de popüler kültüre de ayak uydurma derdinde. Kimseye ruhu yaşlı içi geçmiş dedirttirmeyeceğiz malum.
Nerde değişim orda biz.
İşin enteresan kısmı şurası: Tüm bunları hiç sorgulamadan, doğru mu yanlış mı düşünmeden yapıyor olmamız.
Hal böyle olunca, içten dıştan sıkıntılar yakamızı bırakmıyor. Ruh sıkıntısı, iç sıkıntısı, anksiyete, depresyon aldı başını gidiyor.
Ruhumuz yalnız bunlar çok normal değil mi?