Bir araştırmada, araştırmacılar 21 aylıkken, 4 yaşında ve 5,5 yaşında çocukların bazı durumlarda verdikleri tepkileri ölçmüşlerdir.
Araştırmada görülmüş ki çekingen davranış gösteren çocuklar yapılan 3 testte de benzer davranışlar sergilemişlerdir.
Başka bir araştırmada 8-12 yaş aralığındaki çocuklar üzerinde bir ölçüm yapılmış. Bu yaşlarda sessiz ve kaygılı kategorisine giren çocuklar 10 yıl sonra yapılan bir ölçümde de bu özelliklerinin çoğunu taşıdıkları görülmüştür.
Mizacımız…
Doğuştan gelen ve özümüzü oluşturan çekirdeğimiz. Yapılan bu tür araştırmalar mizacımızın değişmez olduğunu göstermektedir. İşte bu yüzden çevreden etkilenerek oluşan kişilik ve karakterimizi mizacımızdan ayrı olarak değerlendiremeyiz.
Öğretmenseniz ya da birden fazla çocuğunuz varsa ne demek istediğimi çok daha rahat anlayacaksınız. Verdiğiniz yönergeler, kurallar her çocukta farklı işler. Kimi çocuk umursamaz, kimi çocuğun kendi kuralları vardır sizi duymaz hatta kabul etmediğini açık bir dille ifade eder. Kimi çocuk öğretmenin yönergelerini can kulağıyla dinler. Hâlbuki öğretmen aynı öğretmen, söylenen söz aynıdır. Ebeveyn tutumları desek, birden fazla çocuğu olan ailelerde durum, sınıf ortamından farklı değildir. Bir çocuk çok girişkenken diğer çocuk daha çekingen özellikler gösterebilmektedir. Ebeveyn aynı ebeveyndir hâlbuki.
O yüzden zordur öğretmenlik mesleği ve zordur anne – babalık. Ara sıra yakınma sesleri duyulur: “Ahmet çok hareketli, Mehmet çok inatlaşıyor, Zeynep sürekli ağlıyor, Ayşe sabırsız.”
Çocuk üzerinde çalışma yapılır. Öğretmen tutumları düzenlenir. Ev ortamı gözden geçirilir. Fakat çocuğun mizacını bilmeden yapılan her iş biraz eksik, biraz hatalıdır ve bazen süreç hiç de istediğimiz gibi işlemez.
Öğretmenler, ebeveynler olarak mizaç ilminden haberdar olmak çocuklarımıza giden yolu bulmamızın en kestirme yoludur. O zaman Ahmet’in hareketliliği, Ayşe’nin sabırsızlığı daha anlaşılır olacaktır bizler için.
Karar vermekten daha zor olan bir şey varsa o da karar vermemektir. Bunu bir örnek üzerinden anlatmaya çalışacağım. Yakınlarımdan biri tatile gitmek istiyordu. Bunun için belli kriterleri vardı: Muhafazakar bir yer olmalı, fiyatı uygun olmalı, boykot ürünler satmamalı, çok uzak yer olmamalı, çocukl
Olumsuz duygular hissetmek bizi çok rahatsız eder ve bir an önce o rahatsızlıktan kaçmak isteriz. Bazen telefona sarılırız, bazen dizi izleriz, bazen de uyuruz. Hepimiz kendimize bir kaçış yöntemi buluruz. Bu kaçış aslında bir baş etme yöntemidir. O olumsuz duyguyu yaşamamak için bir yol buluruz. Am
Çocukluğumuzu hatırlıyorum da kahvaltımızı yapıp dışarı çıkar, günümüzü dışarıda geçirir, akşam ezanı okunurken annelerimizin: “Hadi artık içeri girin ezan oldu!” demeleriyle içeri girerdik. Şimdi ise tam tersi: “Hadi biraz dışarı çık!” demek zorundayız çocuklarımıza. Tabii ki bunun başkahramanı: Te
Şöyle bir tabir var ya hani… x şey seni ya rezil eder ya vezir eder. Bunu ben biraz daha dönüştürüyorum ve diyorum ki: “Dilimiz bizi ya rezil eder ya vezir eder!” Kullandığımız dilin yani kelimelerimizin, seçtiğimiz cümlelerin çok ilginç işlevleri var. Ve gerçekten hayatımızı etkileyecek düzeyde… B
İnsanların bize karşı, diğer insanlara ve topluma karşı yaptığı hataları gördüğümüzde öfkeleniyoruz. Bu öfke onları düzeltme arzusunu ortaya çıkardığı gibi tamamen o insanlardan uzaklaşmayı veya onlarla tartışmayı da arkasından getirebiliyor. Burada iki durum ortaya çıkıyor. İlki bizler, karşımızda
Çay mı kahve mi içersin? Bu iki alternatif sorulduğunda doğal olarak bu ikisinden birini söyleriz. Mesela limonata içmek istiyorum gibi bir talepte bulunmayız. Peki ya ben çayı da kahveyi de sevmiyorsam? Böyle bir durumda ikisini de içmemek gibi bir seçeneğim de vardır. Fakat hadi ayıp olmasın diye