Ortada acil bir durum vardı. Müdahale edilmesi gereken bu acil durumu 38 kişi görmüş ama kimse müdahale etmemişti. Bu durumu hayatımızın her alanında yaşıyoruz neredeyse. İnsanların içinde olduğu her alanda...
Bu durum şöyle izah ediliyor:
Etrafta ne kadar fazla yardım edebilecek kişi varsa her bireyin kişisel sorumluluğu o oranda azalmaktadır.
“Hiç kimse bir şey yapmadığına göre bu acil bir durum değildir.” düşüncesi.
Bu durum İknanın Psikolojisi kitabında şehirler bağlamında da ele alınmıştır. Der ki:
“- Şehirler, bir kişinin şahit olduğu durumun doğasından emin olamayacağı kadar daha gürültülü, oyalayıcı ve değişkendir.
Şehirler daha kalabalıktır; dolayısıyla olası acil bir durumla karşılaşınca insanların başkaları ile birlikte olma şansı daha yüksektir.
Şehir sakinleri küçük kasabadakilerin aksine komşularını ve etraftakileri daha az tanırlar. Dolayısıyla, şehir sakinlerinin acil bir duruma şahit olurken yabancıların arasında olma şansları daha yüksektir.”
Peki şahit olduğumuz olaylar gerçekten müdahale edilmesi gereken acil durumlarsa... ve herkes birbirinden o ilk hamleyi bekliyorsa... ya da başkası için acil olmayan bir durum benim için acil bir durumsa ne olacak?
İnandığımız gibi yaşamazsak, yaşadığımız gibi inanmaya başlamıyor muyduk?
Başta ses çıkarmamız gereken, müdahale etmemiz gereken her ne varsa şimdi biz de o halin içinde miyiz yoksa?
Karar vermekten daha zor olan bir şey varsa o da karar vermemektir. Bunu bir örnek üzerinden anlatmaya çalışacağım. Yakınlarımdan biri tatile gitmek istiyordu. Bunun için belli kriterleri vardı: Muhafazakar bir yer olmalı, fiyatı uygun olmalı, boykot ürünler satmamalı, çok uzak yer olmamalı, çocukl
Olumsuz duygular hissetmek bizi çok rahatsız eder ve bir an önce o rahatsızlıktan kaçmak isteriz. Bazen telefona sarılırız, bazen dizi izleriz, bazen de uyuruz. Hepimiz kendimize bir kaçış yöntemi buluruz. Bu kaçış aslında bir baş etme yöntemidir. O olumsuz duyguyu yaşamamak için bir yol buluruz. Am
Çocukluğumuzu hatırlıyorum da kahvaltımızı yapıp dışarı çıkar, günümüzü dışarıda geçirir, akşam ezanı okunurken annelerimizin: “Hadi artık içeri girin ezan oldu!” demeleriyle içeri girerdik. Şimdi ise tam tersi: “Hadi biraz dışarı çık!” demek zorundayız çocuklarımıza. Tabii ki bunun başkahramanı: Te
Şöyle bir tabir var ya hani… x şey seni ya rezil eder ya vezir eder. Bunu ben biraz daha dönüştürüyorum ve diyorum ki: “Dilimiz bizi ya rezil eder ya vezir eder!” Kullandığımız dilin yani kelimelerimizin, seçtiğimiz cümlelerin çok ilginç işlevleri var. Ve gerçekten hayatımızı etkileyecek düzeyde… B
İnsanların bize karşı, diğer insanlara ve topluma karşı yaptığı hataları gördüğümüzde öfkeleniyoruz. Bu öfke onları düzeltme arzusunu ortaya çıkardığı gibi tamamen o insanlardan uzaklaşmayı veya onlarla tartışmayı da arkasından getirebiliyor. Burada iki durum ortaya çıkıyor. İlki bizler, karşımızda
Çay mı kahve mi içersin? Bu iki alternatif sorulduğunda doğal olarak bu ikisinden birini söyleriz. Mesela limonata içmek istiyorum gibi bir talepte bulunmayız. Peki ya ben çayı da kahveyi de sevmiyorsam? Böyle bir durumda ikisini de içmemek gibi bir seçeneğim de vardır. Fakat hadi ayıp olmasın diye