Ne hevesliydik oysa. Nasıl dört gözle bekliyorduk. Ben bile amma kutlanır haa diye çok görüntüler getirmişimdir gözümün önüne.
Aslında hepimizde gizli bir sevinç bir heyecan bir kıpırdanış vardı içlerde bir yerlerde.
Ama hakikaten çok güzel kutlardık ayıla bayıla coşa coşa.
Çocuklar gibi şen hatta bir kereliğine mahsus çocuk oluverirdik ne var ki, çok da güzel olurdu. Olmadık daha önce hiç. İzin verilmedi bize, biz ülkece hep büyük sınıfına koyulduk. Biz hep baba, ağa, abi olduk.
Halbuki çocuksu yanımızda vardı bizim içten içten. Çıkamadı malesef hiç meydana.
Büyük kardeşdik biz, ilk evlat...
Ne demek istediğimi ne anlatmak istediğimi ilk evlatlar anlar.
Bende ilk evladım, oradan biliyorum.
100. yıldan bahsediyorum.
100. yılımızı dahi şöyle ağız tadıyla kutlamaya fırsatımız yok iyi mi?
Halbuki büyük küçük hepimiz heves etmiştik.
Merakımız vardı, hevesimiz, ihtiyacımız vardı. En önemlisi hakikaten şöyle böyle değil gerçek ihtiyacımız vardı. Bize iyi gelecekti 100. Yıl.
Neşe dolacaktık, şen olacaktık.
Şöyle ağız tadıyla derdimizi kederimizi stresimizi atıp az normale dönecektik.
Daha gık diyemeden dertler derya oldu bizde sandal...
Kriziydi osuydu busuydu zaten uğraşırken ardından deprem felaketi geldi iflahımız kesildi.
Sesimiz soluğumuz gitti.
Hadi yine bir şekilde moral olur kalkardık ayağa hep birlikte derken katliam başladı.
"Bize ne yaaa... bizim meselemiz değil bu Arabın meselesi..." diyenlere inat bu halk perişan oldu. Kalan ses soluk da gitti.
Üstüne katlanarak devam ediyor bu dert katlandıkça içine içine daha da sarılıyoruz.
En son kurulan cümleler bu sarılmanın çok başka yerlere gideceği mesajını da verdi. Çünkü katliam durmuyordu ve sadece mesajın verildiği gün 300 çocuk öldürüldü Filistin de.
Ve herkes hala susmaya devam ediyordu; 2 milyar Müslüman, 7 milyar dünya...
Ve sadece ne hikmetse birinden "abilik" bekleniyordu yine.
Sevincimiz heyecanımız kursağımızda 100. Yıl kutlayacağız. Yine kutlayacağız elbet.
Elbet kutlanacak. Kolay mı be. Taaa nerelerden geldik buralara, nasıl geldik.
İşte tam da bu yüzden belki de bana göre bilmiyorum, şöyle dertsiz tasasız coşa coşa kutlamak gelmişti içimden.
Göğüs kafesimiz sıkışmadan, gözümüzün ışığı eksilmeden, buruk bir gülümsemeyle değil candan neşeli bir gülüşle hatta kahkaha ile.
Ben bunları yazarken ağlamak geliyor mesela içimden. Neden? Bilmiyorum inan ki.
Hevesimi boğazıma tıkanlar yüzünden mi acep?
Yine ve yeniden bir şey bile çok görüldüğü için mi? Her heves edişimiz böyle olmak zorunda bırakıldığı için mi?
Büyük olmak mı zor geldi ya da?
Kendi kendimize zar zor yeterken birde kardeşlerimize yetişmek zorunda olduğumuz ve başka bir babayiğit çıkmadığı için öksüz ,yetim, gariban kucağı olduğumuz hal mi ağır geldi bilmem. Aslında gelmemeli "komşusu açken tok uyuyan bizden değildir " emrolundu bize. Uyuyamayız rahat uyumamalıyız zaten.
Ama çok yüzlüyüz be. Yüklerimiz öyle ağır öyle ağır ki. Dinlenecek bir omzumuz soluklanacak bir gölgeliğimiz ağlayacak dert yanacak içimizi dökecek kendimizden başka kimsemiz dahi yok.
Buldum. Kimsesiz oluşumuz dokunuyor bana.
Ağlanacak halimizi unutup dimdik ayakta durmak zorunda oluşumuz yoruyor beni. Yoksa tüm dünyayı sarmalarız biz bizde o yürek var hamdolsun.