Çok çabuk dalıyoruz dünyanın aslında olmayan ama bize varmış gibi gözüken ışıltısına…
Bu yüzden öyle bir maddiyata bağladık ki her şeyi kesinlikle mutluluğu yakalayamıyoruz. İnsanlık olarak böyle bu ve haliyle herkes mutsuz. Tüm dünyayı ele geçiren bir buhran oldu bu. Aradan sıyrılıp gerçeği görenimiz ise çok az ve en şanslılarımız da onlar…
O lazım bu lazım şu olursa düz ayağa çıkacağım şu hayalim gerçek olursa rahata erecegim şunları yaparsam mutlu olacağım. Gözümüz ve haliyle mutluluğumuz yapamadığımız ne varsa orada.
Hiç sebep yokken durup dururken kendimi dertlere olmayanlara, olmamışlara, olamamışlara gark ettim sonra baktım düşüne düşüne dibe doğru çekiliyorum. Bedenim de sinyal vermeye başladı, birden kendime geldim. "Ne yapıyorsun" dedim kendime "dur bir nefeslen önce bir düşün ne oluyor yani, ne bu hiç sebep yokken bu dibe vuruş..."
Aldı beni bir düşünce... Hiç bir neden yoktu halbuki böyle olması için görünen ama birden ben bir şeylere takılmaya başladım.
Ve anlamadan bu beni rahatsız etmeye başlamış tam 1 haftadır sebepsiz beni yiyor. Sonradan anladım ki ben istemsizce olsa elimdekinden etkileniyorum. Etkileniyoruz...
Ne kadar ben akıllı insanım, düşünen insanım, neyin değerli olduğunu bilen bir insanım desek de bir yerde kayıyor akıl demek ki... Hem de kendin bile anlamıyorsun kaydığını, etkilendiğini, dibe doğru çekildiğini…
Saçma şeyleri kendime sebep yapıp kendimi hasta ettim durduk yere. Gerçekten saçma ama dert olmayacak, olamayacak şeyleri istemeden biriktirmişim ben. Kendime gelince öyle kızdım ki öyle sinirlendim ki; insan kendine kızabilir mi? kızarmış. Şükürsüz derler adama...
Şu dünya alemde ne dertler var ne tasalar var ne yaşayışlar var ne imtihanlar var... Allah muhafaza.
Öyle imtihanlar var ki nutku tutuluyor insanın bazen empati dahi kuramayacak derecede dertler var bu yeryüzünde…
Şöyle bir silkelendim bunları düşüne düşüne.
Ne nankör şu insanoğlu başta kendim...
Oldukça daha da fazlasında gözü, asla ama asla doymuyor. Bu da bana yeter demiyor hiç bir nimet için. Hak görüyor kendinde sonra hep daha fazlasına göz dikiyor. Bu da bana yeter hamdolsun diyemiyor bir türlü…
Ne güzel bir teşekkür şekli aslında "hamd olsun..."
Çokça tekrar etmemiz gereken bir dua aslında. Çok büyük nimetler içindeyiz halbuki ama çoğu zaman farkında bile değiliz bunun…
Şu sosyal medya denilen illet gerçekten büyük zarar bize. Her daim insanı eksik hissettirmeyi başarıyor. Halbuki dünyanın en şanslı insanı ol yine de bir açık buluyor ve oradan yemeye başlıyor seni. İnsan beyninin en derinine inebiliyor en kuytu köşeye yerleşiyor ve oradan başlıyor seni yönetmeye.
Ona şikayet buna burun kıvırma, hep bana hep bana, doymak nedir bilmeyen yaratıklara dönüştük çıktık..
Ne giyilecekler bitiyor ne yiyecekler ne alınacaklar ne eksikler hiç bir zaman tamam olamıyoruz. Beyinler öyle dolu ki anlamıyoruz da neyin içinde olduğumuzu savrulup gidiyoruz ordan oraya…
Kendimi savrulurken yakaladım. Bir baktım girmişim bende o çukura. Asla çıkılmaz ki çukurdan, dipsiz bir kuyu ne ucu var ne bucağı…
Ters yüz 2’yi izlediyseniz orada Kaygı'nın en son sahnesindeki gibi kendimi kendimin ortaya çıkardığı yapay bir tsunaminin göbeğinde buldum. Bir baktım fırtınanın içinde kalmışım. Hem de ne uğruna…
Şöyle bir silkelenmemle kafamın içi anında duruldu. Ama bu kaç günümü yedi işte orası bilinmez. Bazen sanala çok daldığımız için dünyanın gerçeğini karıştırabiliyoruz ve bunu maalesef çok sık yapar olduk.
Hatta çoğu zaman artık oradan çıkamıyoruz bile… Gerçek hayatı yapay hayatın yönlendirmesiyle yaşar olduk. Haliyle işler karışmaya başladı bu noktada… Öyle derinlerdeyiz ki nasıl çıkılır artık onu da bilmiyoruz, ne yol var ne iz.
Göz gözü görmez yapay bir fırtınanın içinde kayboldu insanlık...