(M.Akif’in Kaleminden)
“Bir musibet bin nasihatten evladır”, diyor atasözümüz. Evet, yüzyılları aşkındır bir “zihin hipnozuna”, yoğun birpropagandaya tabi tutuluyoruz. Akif’in de ifade ettiği gibi:
“ Gözümüzü açtık Avrupa medeniyeti, Avrupa irfanı, Avrupa adaleti, Avrupa efkâr-ı umumiyesi nakaratlarından başka bir şey işitmedik. İngiliz adaleti, Fransız hamiyeti, Alman dehası, İtalyan terakkiyatı kulaklarımızı doldurdu. Lisan bilenlerimiz doğrudan doğruya bu heriflerin eserlerini, bilmeyenlerimiz tercümelerini okuduk; edebiyatlarının ahlakî, ictimaî mevzuları pek hoşumuza gitti. Müelliflerin kıymet-i ahlakiye ve insaniyelerini eserleriyle ölçmeye kalkıştık. İşte bu mukayeseden itibaren aldanmaya, hatadan hataya düşmeye başladık. Bu adamların sözleriyle özleri arasında asla münasebet, müşabehet olamayacağını bir türlü düşünemedik. İşte okuyan, yazanlarımızın çoğuna arız olan bu dalal, bu hata bir zamanlar bana da musallat oldu. Bereket versin ki, yaşım ilerledi, tecrübem arttı. Hususiyle Avrupa’yı, Asya’yı, Afrika’yı dolaşarak Avrupalı dediğimiz milletlerin esaret altına, tahakküm altına aldıkları biçare insanlara karşı reva gördükleri zulmü (bugün Filistin’deki işlenen soykırım), gadri, hakareti gözümüzle görünce artık aklımı başıma aldım..
Bakınız, dünyada Avrupalıları hakkıyla anlayan ve anladığını iki cümle ile hülasa edebilen bir Müslüman varsa o da ümmetin saygıdeğer büyüklerinden Hersekli Hoca Kadri Efendi merhumdur. Âlem-i İslam’ın en fedakâr, en faziletli erkânından Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa bir gün sohbet esnasında demişti ki:
-Hoca Kadri Efendi’yi zaten Mısır’dan tanırdım. İrfanına, yüksek ahlakına hayran olurdum. Bir aralık Fransa’ya uğramıştım. Paris’te ilk işim bu muhterem Müslümanı ziyaret etmek oldu. Kendisiyle biraz hoşbeşten sonra dedim ki:
- Hocam! Senelerden beri burada oturuyorsun. Şarkın, garbın ulumuna (ilimlerine), fünununa (fenlerine) cidden vakıf bir nadire-i fıtratsın. Yakinen gördüğün şeyler tabiidir ki tecrübeni, görgünü artırmıştır. Öğrenmek isterim. Avrupalıları nasıl buldun?
- Paşa! Bu adamların güzel şeyleri vardır. Evet pek çok güzel şeyleri vardır. Lakin şunu bilmelidir ki o güzel şeylerin hepsi, evet hepsi yalnız kitaplarındadır.
Hakikat, Hoca merhumun dediği gibi Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki terakkileri inkâr olunur şey değildir. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan muamelelerini kendilerinin maddiyattaki bu terakkileriyle ölçmek kat’iyyen doğru değildir. Heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı fakat kendilerine asla inanmamalı, asla kapılmamalıdır.
Bunların bütün insanlara, bilhassa Müslümanlara karşı öyle kinleri, öyle husumetleri vardır ki hiçbir suretle teskin edilmek imkânı yoktur. Sureta (görünüşte) dinsiz geçinirler. Hürriyet-i vicdan diye kainatı aldatıp dururlar. Hele biz Müslümanları, biz şarklıları taassupla itham eder dururlar! Heyhat dünyada bir mutaassıp millet varsa Avrupalılardır. Gerçek Avrupalılardan daha mutaassıp bir cemaat vardır ki o da Amerikalılardır. Taassuptan hiç haberi olmayan bir millet isterseniz o da bizleriz.”
Bu sözleri naklettikten sonra Akif cemaate şöyle sesleniyor:
Ey cemaat-i Müslimin! Bilirim ki bu sözlerim sizin senelerden beri avutulmuş, uyutulmuş fikirlerinize biraz aykırı gelecektir. Onun için bir iki misal getirmek icab ediyor:
“Bilirsiniz ki bizim harb-i umumiye girmemizden en çok faydalanan bir millet varsa o da Almanlardı..Gerçek şu ki, Almanlarla birlikte harbe girdik. Yüzbinlerce şehit verdik. Yüzbinlerce ocak söndü. Milyonlarca servetimiz varlıklarımız kaynadı gitti. Şimdi almanlar için ne lazım geliyordu? Ne yapacaklardı? Şüphesiz bütün dünyanın kendilerine savaş ilan ettikleri bir zamanda böyle tek müttefikleri olan bizleri sinelerine basacaklar; bütün gazeteleriyle, bütün kitaplarıyla, bütün edipleriyle, bütün yazarlarıyla bizi alkış, teşekkür tufanları içinde boğacaklardı. Heyhat! Bu umumi harbin ilk senesinde ben mühim bir vazife ile Berlin’e gitmiştim. O aralık Almanya hükümeti bize dedi ki:
Bizim Meclisimizde bilhassa Katolik milletvekilleri kıyamet koparıyorlar. Almanlar gibi medeni, mütefennin bir millet nasıl oluyor da Müslümanlar gibi, Türkler gibi vahşilerle ittifak ediyorlar? Bu bizim için zül (aşağılık) değil midir? ..diyorlar. Aman, makaleler yazınız, eserler yazınız, biz onları Almancaya tercüme ettirelim. Ta ki Müslümanlığın da bir din, Müslümanların da insan olduğu bunların nazarında taayyün (açığa) etsin.”
Not: devam edecek.