Bitmişizdir, tükenmişizdir, bu karanlıklar aydınlığa kavuşmaz zannederiz. Sonra bir el gelir ve alt üst olan hayatımıza yeni anlamlar katar, yeni bir bakış açısı sağlar. Tam da ümitsizliğe düşmüşken kalan birkaç ümit tohumlarını yeşertir. Karanlığımıza bir pencere açar.
Bu el bazen eşimiz olur.
Bazen arkadaşımız olur.
Bazen anne - babamız olur.
Bazen yoldan geçen biri bazen de duyduğumuz bir sözün sahibi olur.
Kim olursa olsun hayatımıza dokunan o şifalı el, bizi kendimize getirir. Kaybettiğimiz huzuru yeniden bulmamıza vesile olur.
Bugün, bana şifa gelen bir beyit paylaşmak istiyorum sizinle. İnanıyorum ki sizlerin de hayatında yeni bir huzur vesilesi olacaktır bu beyit: Şeyh Galip'in beyiti.
Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen
Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen
Rûhsun nefha-i Cibril ile tev'emsin sen
Sırr-ı Hak'sın mesel-i İsi-i Meryem'sin sen
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
"Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun. Yıkıksın, kırık döküksün ama tılsımlı bir definesin sen.Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın, bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun daha ilerisin sen. Ruhsun, Cebrail'in üfürmesiyle ikizsin, Allah'ın sırrısın, Meryem'in oğlu İsa gibisin sen. Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen."