Bu pandemi sanırım bize sandığımızdan daha fazla zarar verdi.
Şaka maka 5 sene geçti üstünden ama biz bir türlü etkisinden sıyrılamadık.
Her alanda etkilemiş daha ben yeni yeni farkına varıyorum. Hatta o zamanlar bununla ilgili bir yazı okumuştum ve açıkçası öne sürülenler de çok absürt gelmişti.
Az buz hatırlıyorum da şimdi ne öngördüyse şuan gerçekleşiyor. Kimin yazısıydı, nerede okudum; hiç hatırlamıyorum ama…
O zaman gülüp geçmiştim. Çünkü ön görülerine okurken imkansız gözüyle bakıyordum.
Bahsettiği şeyler bizimle özdeşleşen içimize işleyen hayat tarzımızdı. Adam yazısında bunların yok olacağını, değişeceğimizi o küçümsediğimiz, beğenmediğimiz yaşayışları bizimle tam anlamıyla zıt olan Avrupa insanı gibi olabileceğimizi anlatıyordu.
Bireyselleşeceğimizi, daha az insan,daha az ortam, daha az birliktelik; hatırladıklarım bunlar…
Şimdi bakıyorum da ne dediyse çıktı gerçekten. Nereden mi biliyorum, kendimden...
Malum ramazan ayındayız, şu sıralar eski Ramazanlarımızı çok sık hatırlar oldum.
O kadar çok misafir ağırlardık ki, gelenimiz gidenimiz hiç eksik olmazdı.
Her daim kalabalık sofralara oturulurdu. Bize gelinmediği günler varsa da biz evde olmadığımız için olurdu. Ve bu bir kez ile de sınırlı kalmazdı. Dolu dolu geçerdi Ramazan.
Ne ara başladı, ne ara bitti anlamadan geçip giderdi. Öyle eğlenceli gelirdi ki bu ortam bana dört gözle beklerdim Ramazanı. Annelere zor oluyordur tabi ama bu kadar teferruat yoktu o zamanlar…
Elinden ne gelirse, bütçen neye yeterse o kafiydi. Maksat beraber olmakrı.
Amaç hep birlikte olmaktı ve her şey tatlı oluyordu beraber olunca…
Aynı şey normal zamanlardaki misafirler içinde geçerliydi.
Misafirliğe gittiğimizde yoğurtlu makarna, salçalı ekmek, bir dilim kek veya kısır yediğimiz o günleri hatırlıyorum.
Maksat görüşmekti, beraber olmaktı, muhabbetti sohbetti.
Şimdi o amaç o heyecan yok oldu silindi gitti. Öyle zorlaştırdık ki hayatı kendimize… Kimse kimseyi istemez oldu.
Kusursuz olmak isteği yedi bitirdi bizi...
Sofran kusursuz olmalı, evin kusursuz olmalı, temizliğin kusursuz olmalı, sunacağın ikram kusursuz olmalı.
Bilmem kaç çeşit yemekler, çerezler, mezeler, içecekler, ardından tatlılar…
Bitmek bilmeyen bir kısır döngü oluşturduk kendimize. Kendi kendimizin canına okuduk.
Artık misafir ağırlamak bize külfet gibi gelmeye başladı. Öyle ki, misafir ağırlamaya karşı bir isteksizlik oluşmuş, kırk yılda bir zorla misafir kabul ediyoruz.
Eğer bir misafir ağırlayacaksak 1 hafta öncesinden başlıyor artık telaşı…
Artık bu tempoyu kaldıramayacak durumlara geldi iş, hal böyle olunca da kimse kimseyi istemez oldu.
Misafir ağırlamaktaki amaç değişince her şey değişti.
Artık amaç beraber olmak, sohbet muhabbet etmek değil; gösteriş yapmak, beğenilme arzusu, takdir edilme çabasına döndü olay…
Sadece bunun için misafir ağırlamaya başladık. Bir yarışa döndü zamanla bu da…
Herkes de bu yarışa ayak uydurdu bir şekilde...
Müthiş çetrefilli bir yarışın içindeyiz artık anlayacağınız…
Gözümüz gönlümüz açılsın, ruhumuz beslensin, sevdiklerimizi görelim de ömrümüz uzasın diye başladığımız buluşmalar artık ruhumuzu bedenimizi cebimizi sıkar hale geldi. Ömrümüzden ömür gider oldu.
Haliyle kimse kimseyi istemez oldu.
Ramazanlar sessiz kaldı...
Evlerimiz bereketsiz kaldı...
Şu televizyonu açmaya gelmiyor. Bazen canım sıkılıyor gezineyim diyorum akşam bakınayım şöyle diyorum. Millet çatır çatır dizi izliyor fanatik gibi, belki benimde dikkatimi çeker diyorum. İlla bir yerde konu dizilere geliyor. Her defasında bense bilgisiz öylece dinliyorum. Nasıl bir hazla anlatılıy
Yine gündemimiz maşallah (her daim olduğu gibi) çokça yoğun. Bazen boş gözlerle olup biteni izlerken bir anda bir soru dönüyor kafamda. "Niye bizim konularımız her daim bu kadar uç noktalarda? Niye her daim çok önemli, kırmızı alarm seviyesinde?” Kesinlikle aman bu da sorun mu dediğimiz hiç bir tan
Çekirge’nin, tarif edemediğim ama beni hep mutlu eden bir yanı var. Daha bu sabah Zübeyde Hanım tarafına doğru çıkarken, ovadan hafifçe rampaya tırmanmaya başladık. Bir an fark ettim ki, gülümsüyorum. Yol boyunca uzanan o koca ağaç gövdeleri, sabahın serin esintisi, havanın berraklığı… O an, içimden
Çok çabuk dalıyoruz dünyanın aslında olmayan ama bize varmış gibi gözüken ışıltısına… Bu yüzden öyle bir maddiyata bağladık ki her şeyi kesinlikle mutluluğu yakalayamıyoruz. İnsanlık olarak böyle bu ve haliyle herkes mutsuz. Tüm dünyayı ele geçiren bir buhran oldu bu. Aradan sıyrılıp gerçeği göreni
Yolun yarısını yarılamışım, gelmişim 30 küsur yaşına, hala ama hala yontmaya çalıştığım ama bir türlü muvaffak olamadığım bir iki de değil tonlarca huyum var, alışkanlığım var, bırakmak istediğim, kurtulmak istediğim özelliklerim var. Ama neredeyse hiçbirini kontrol altına almayı başaramadım. Dönüp
Nasıl da saniyeler içinde hepimiz için tüm dertler sıfırlandı. Ne saniyeleri, saliseler içinde neyin önemli olduğunu çok stresli bir şekilde öğrendik. Yine yine yine... Bu öğrenme durumu hiç bitmiyor bizde ama çünkü balık hafızası taşıyoruz biz. Yine ülkemizin en önemli değişmez gerçeği ile yüzleş