Çocukluğumdan beri bazı şeyleri daha bir farklı, daha bir ayrı severim. Bu sevdiğim şeylerin bir nedeni yok; öyle gözüme de gönlüme de bazıları daha bir hoş gelir, daha bir severim, herkes gibi.
Söğüt ağacı severim mesela, bana hep cenneti hatırlatır. Etekleri rüzgarda uçuşan güzel ve mutlu bir kızı, huzuru, mutluluğu anımsatır bana. Derim ki; “Rabbim, bunlar bu kadar güzelse burada, kim bilir vaat ettiğin cennet nasıldır.” Oğlum bile bilir; ben severim diye o da ayrı seviyor artık. Her gördüğünde der: “Anne, senin en sevdiğin…” diye.
Bir de kavak severim. Bu bana ne hatırlatıyor da bu kadar seviyorum hiç bilmiyorum. Çocukluğumdan beri her gördüğümde içim bir hoş olur, yüzüme bir gülümseme belirirdi, ilginçtir bu. Babamın köyünde dere boylarında vardı; öyle severdim ki mest ederlerdi beni sıra sıra dizili halleri. Zevk alırdım onları izlemekten.
Hem dere, hem su sesi, hem kavak… Bu müthiş kombinasyon küçücük bir kız çocuğunu mutlu ederdi. Sonra yavaş yavaş, ben anlamadan yok oldu o kavaklar. Ben bunu çok zaman sonra fark ettim. Hayat işte, farklı farklı telaşı var; insan bazı şeylerin yok olduğunu anlayamıyor.
Yıllar sonra o köyümüzdeki dere boylarına doğru gezintiye çıkmıştık. Sanıyordum ki hâlâ benim bıraktığım gibi duruyor. Görünce şok olmuştum. Çırılçıplak kalmıştı dere; apaçık, ortalıkta… Suyu da azalmıştı zaten. Ağlayasım gelmişti nedense. Çocukluğuma bir zarar gelmiş gibi hissetmiştim. Koca kızım tabii ama gözümde yaş, “Baba, ne oldu o güzelim kavaklara?” diye sormuştum. Türlü sebeplerle kesilmişler. Hala nasıl üzüldüğümü, şok olduğumu hiç unutmam.
Sonra ne hikmetse bir bir yok oldu kavaklar… Ne köyde ne Bursa’da kavak kalmadı. Ara ara aklıma gelir, hep sayıklarım hatta. Nadiren de olsa bir yerde görsem durur seyrederim onları, gördüğüme sevinirim. Buna sebep olacak mantıklı bir cevap da duyamadım bugüne kadar. Kimse anlamamış ki kavaklara ne olduğunu.
Kütahya’ya yolumuz düştü, ilk gidişimdi benim. Acayip güzel memleketim var, daha önce söylemiş miydim? Uzun zaman sonra bu kadar çok kavağı hiç görmemiştim. Eski bir dostumu yıllar sonra görmüş gibi sevinçten mest oldum. Yol boyu neredeyse her yer, yer yer kavaklar ile doluydu. Nasıl sevindim anlatamam. Bana neyi çağrıştırıyor hala bilmiyorum ama içimi canlandırıyorlar.
Nasıl sevindim, nasıl hoşuma gitti… Zevkle geçtim, izledim o yolları; günümü, anımı güzelleştirdiler.
Hakikaten ne oldu o kavaklara?
Neden bir anda her yerden yok oldular?
Ve sadece kavaklar… Başka bir ağaç türü yok olmadı. Upuzun, incecik, sıra halinde nasılda zariflik, incelik katıyorlardı hayatımıza. Gökyüzüne uzanan narin bir tüy misali nasıl da asilce yükseliyorlardı. Kavak, selvi… Bunları artık her yerde göremiyoruz; neredeyse “nadir rastlanan” kategorisine girdiler sanki. Çocukluğumu hatırlıyorum da her yerde varlardı. Kapımızın önünde, balkonumuzun dibinde bile vardı. Ama artık yoklar. Dediğim ya; uzun zaman sonra Kütahya ovalarında gördüm onları.
Belki de çocukluğum aklıma geldiği için seviyordum onları, ben bilemiyorum. Bana mutlu anlarımı hatırlatan şeyleri kaybedince sanki çocukluğum da onlarla beraber siliniyor, yok oluyor hissi geliyor; sanırım huzursuz oluyorum.
Çoktandır görmediğim, eski sevdiğim birini görmüş gibi mutlu oldum onları görünce…