Sabah kalkıp ülkenin gündemine baktığımda, Türkiye’nin Gazze’ye girme ihtimaline dair haberle karşılaşınca olduğum yerde kaldım. İçime ansızın bir yorgunluk çöktü.
O an, yıllardır gördüklerimiz, duyduklarımız, şahit olduklarımız ve okuduklarımız zihnimde bir bir belirdi. Bir de göremediklerimiz geldi aklıma… Bizim katlanmakta bile zorlandığımız şeylerin görünmeyen yüzü acaba ne kadar ağırdı? Düşünmek istedim ama zihnim hemen kendini korumaya aldı; aklıma doluşan ihtimalleri anında sildi.
Bir süre öylece donup kaldım. Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi, neye nasıl tepki vermem gerektiğini bilemedim. İçimden geçenlerden bile korktum; kimse duymasa bile Allah’ın bildiğini hatırladım. İmtihan olmaktan, hesaba çekilmekten, kardeş bildiklerimi incitmekten, ama en çok kendi nefsimden korktum.
Nefsim hiçbir şey yapmak istemiyor. Her konuda böyle… Ona kalsa hiçbir zaman taşın altına elimi koymayacağım; beni rahatsız eden ne varsa görmezden gelip kaçacağım. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” deyip arkama bile bakmayacağım.
Peki, bir gün benim başıma gelse? O an onu da düşünmüyor nefsim; yok sayıyor, olmayacak farz ediyor.
Sonra düşündüm… Biz zaten bugüne kadar hep böyle yapmışız. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dedikçe, o yılan yaşamakla kalmadı; beslendi, büyüdü, doymaz bir hâl aldı. Kan içtikçe iştahı arttı, korkuttukça güç kazandı, kendini âlemin hâkimi sandı. Bizim ciddiye almadığımız solucancık bir dev olup çıkmıştı da biz ancak kapımıza dayanınca fark ettik.
Dünya uyurken onlar boş durmamış; köşe başlarını tutmuş, güç biriktirmiş, kanı sevdikçe daha fazlasına yönelmişler.
Aslında olacak olan belliydi. Haber verilmişti.
İnanmıştık, iman etmiştik; “ahir zaman” denilen dönem anlatılmıştı.
Ama içten içe hiç gelmeyecek sandık, doğruya doğru. Küçücük bir solucanın bir gün devlere dönüşebileceğine ihtimal vermedik.
Hâlbuki biliyorduk, hem de çok iyi biliyorduk.
Özetle, her şey göz göre göre oldu.
Ve evet, ne ektikse onu biçeceğiz. Kaçış yok.
Ben bugün kendime baktım ve haksız olduğumu gördüm. Donup kalacak, “nasıl yani?” diye şaşıracak bir durum yok aslında. Yıllardır tehlikeye kendi ellerimizle davetiye çıkardığımız gerçeğiyle yüzleşme zamanı geldi.
Bu sözlerim önce kendime, önce kendi nefsime…