Her daim küçüklüğümden daha düne kadar sevdiklerim hep aynı kalacak, bazı önemli başlıklar hiç değişmeyecek, olmazsa olmazlarım vardı mesela hem düşünce hem insan olarak yerleri hep bende aynı kalacak sanırdım.
Tamam bazı şeyler illaki değişirdi tabii ki ama ben bu kadar büyük bir değişim ve dönüşüm beklemiyordum hayatımla ilgili.
Biraz zamanda geçti üzerinden ama ben hala şoklar içerisindeyim. Kaç senedir bu değişimi sindirmeye çalışıyor bünyem. Bazen yaşadıklarım rüya gibi geliyor sanki hiç olmamış gibi sonra tabii ki uyanıyorum ve her şey gerçekten yaşanmış.
Öyle küçük küçük de yaşamadım ben önemli değişimlerimi. Bayağı bildiğin soğuk duş etkili büyük büyük, sarsıntılı geçen değişimlerdi.
O günden beri artık her şeye olabilir gözüyle bakmaya başladım istemsiz. Ben dün, bugün bunları yaşadıysam kesinlikle olmaz dediklerim bile olmuşsa çoktan, hatta en sevdiklerimin yeri dahi değişmişse bir anda, nelere nelere şahit olur insanoğlu.
Daha önce düşüncesi dahi aklıma hiç düşmemiş olaylar silsilesinin göbeğinde seneler geçirdim bir süre. Birini hazmedemeden diğer bir imtihana girdim ki iki büyüğün arasında ezildim. Ve bunu biz komple ailecek tecrübe ettik. Hiç kimsenin birbirini teselli edebilecek takati dahi kalmamıştı o aralar.
Hayatımda sarsılmaz yeri var dediğim çoğu insan sıralaması müthiş etkili yer değiştirdi mesela. Bunu uzun süre hazmedemedim ve hala daha edebilmiş değilim.
Bu hazımsızlık içimdeki tüm dengeleri altüst etti. Biraz korku ekti içime, biraz da ufak bir cesaret. Enteresan değil mi? Evet ama durum bu. Hayat işte, her anı ayrı bir tecrübe, acı veya tatlı her daim bir şeyler katıyor insana.
Ama hadi korkuyu anladık cesaret ne alaka? Şu alaka, özelikle insan ilişkileri konusunda; ben görmeden duramam, bir gün görmesem özlerim, çocukluğum, gençliğim geçmiş insanlardan kopamam, onlarsız hayat eksik olur, renksiz olur, çekilmez olur dediğim kişilerle aramda artık aşılamaz dağlar örüldü. Ve ben yaşıyorum... Görmeden de yaşıyorum, duymadan da yaşıyorum, evet renkler ve sesler silikleşti ama başka renklere seslere yer açabiliyormuş insan. Yapamam sanmıştım, bir daha hayatım eskisi gibi olmaz sanmıştım. Ama insan bir şekilde düşe kalka da olsa biraz mecbur da kalsa buna, başarıyor bir şekilde.
Bu bana daha önce bilmediğim bir cesaret verdi mesela.
Yaşamak ister miydim peki? Zor bir soru...
Ama yaşanması lazımmış yaşanmış buna yapacak bir şey yok. Keşkelerle hayat da geçmiyor ve işe de yaramıyor. Ve bu yaşanmışlık aslında çok şey kattı bize. Daha önce hiç fark etmediğimiz önemsemediğimiz şeyleri tüm çıplaklığı ile görme şansımız oldu. Biraz can yakıcı bir tecrübeydi ama demek ki bazen görmek için gerçekten görmek için acıya gerek var.
Bazen hayattaki değerimizi sorgulamadan yaşıyoruz, çoğu şeyi tolere edebiliyoruz sevdiklerimiz için. Ama bu bize uzun vadede zarar ediyor fark etmeden. O yıllarca susulan suskunlukları bile çok sonra fark edebiliyor insan. Şöyle durup kendine ve çevresine, hayatına karşıdan bakınca anlıyor neyin ne olduğunu.
Durmak bazen farkındalık getiriyor hayatına dair. Çoğu zamanda insan acı çekmeden yaralanmadan durmuyor bakmıyor sorgulamıyor ne yaptığını, hayatını nasıl yaşadığını.
Durmak, sadece izlemek olanı biteni, bazen acı verici olsa da sanırım gerekli insan hayatına.