Bardağın dolu tarafından bakanlardan mısınız,
Yoksa, bardağın yarısı boş diye yakınanlardan mı?
Hayatın size verdiği kadarıyla mı doyurursunuz karnınızı,
Ya da gözünüz daima başkasının sofrasında mı?
Olduğu kadarına rıza göstermek, payımıza düşenle yetinebilmek, beceri istiyor bana kalırsa.
Her şeye karşı duyulan o doyum daha bir zenginleştiriyor insanı.
Yani bir tür irade sınavı ya da çetin bir nefs savaşı.
Bendeki bana yeter anlayışı toprak misali durduğu yere değer kazandırıyor.
Nasibin farkında olmak da, ayrı bir nasip zira.
"İnsana yaşamı ödünç verilmiştir, bağışlanmamıştır" cümlesine rast geldiğim günden beri,
Düşünsel anlamda gri bir derinliğin içerisindeyim.
Aldığımız nefesi bile geri vermekle yükümlüyken,
Bir şeylerin üzerinde hakimiyet kurmanın, son derece manasız olduğu düşüncesindeyim.
Sandıklarımız bir müddet sonra yandıklarımız oluyor evet.
Bir şey, onu ilk gördüğümüz renginde kalmayıp soluyor; yıpranıyor evet.
Ama hayat da ne risksiz bir rutinden; ne de düz bir seyirden ibaret!
Kazanışlar kadar; kaybedişler de olağan.
Kalıp beklemeler kadar; çekip gitmeler de olağan...
Yani her şey pek ala mümkünken, bir anda şekil değiştirip mümkünlüğünü yitirebilir.
Hayata darılmamak gerekir.
Yitip giden şeylerin ardından, nerede kalmıştık sorusunu kendimize sorabilecek kadar,
Kimsenin yerini bilmediği yedek güç depolarımızın olması gerekir.
"Olmuyorsa zorlama, olası varsa olur" der bilenler.
Gidene de; kalana da, kapıları aralık tutmak gerekir.
Her gece sancılı bir keşmekeşle sarmaş dolaş olsak dahi
Sabahın ilk ışıklarında kahvemizi yudumlarken,
Yalnızca bir kez yaşam hakkımız olduğunu da, kendimize daima hatırlatmamız gerekir.
Uzun, stresli ve bir hayli yorucu olan maratonun bugün itibariyle son etabına girildi. Sizin bu yazıyı sabah saatlerinde okuduğunuzu varsayarsak, tam da şu anda yüz binlerce öğrenci iyi bir üniversite ve dolayısıyla iyi bir gelecek inşa edebilmek için ter döküyor. Pandemi sebebiyle yüz yüze
İnce belli bardaklarımızda çaylarımızı yudumlarken konu nasıl geldiyse, vedalara geldi. "Zamanın baş döndürücü hızı ilişkilere de yansıdı" dedi birimiz. "İnsanlar kaldığı otelden ayrılır gibi vedasız, hoşça kalsız çekip gidiyor." "İyi-kötü güzel günler yaşamıştık" diyerek söze başladı bir d
Kimi zaman baba; sert kasırgalara göğüs geren bir geminin kaptanı, Hoyrat rüzgarlarla mücadele eden, ederken de kimseye belli etmeyen ulu bir çınar, Yokluğu varlığa çevirme de yetenekli bir usta, Ailesiyle paylaşmadan sorunları kendi içinde çözüme kavuşturan kudretli bir mahir, Evin için
3 yıl önce bugün... Sıcak bir Haziran akşamında, karnımdaki yolculuğunu tamamlayınca, kucağıma doğru bir adım atmıştın. Bir damla sıvıdan büsbütün bir bedene dönüşerek, aslında o gün Tanrı'nın görünür olduğunu da kanıtlamıştın. Ve üç yıl önceki o 18 Haziran günü, doğum- yıkımla sarsılarak y
"Yemek, yemek üzerine ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" demiş Cemal Süreya. Benim içinde öyle. Pazar günlerini keyifli kılan yegane şey, acelesiz, telaşsız, bir yere yetişme velvelesi olmadan; uzun uzun yapılan bol ve hoş muhabbetli kahvaltılardır. Hafta i
Bu hayatta kime akıl danışırsınız? Nefesinizin daraldığı, yüreğinizin kabardığı anlarda... Kimin numarasını tuşlayıp da ararsınız? Kimin sesini duymak ferahlatır içinizi, kimin "her koşulda yanındayım" desteği teselli eder sizi? Süper kahraman değiliz ki, etten kemikten insanız. Gün olur