Son yıllarda, toplumun her kesimine yayılan bazı “yerli misyonerler”, ilahiyat/teoloji maskesi takarak insanımızın fikir, düşünce, inanç ve dini akidelerini sarsan, şüpheye düşüren videolar yayımlıyor. Ne yazık ki, büyük bir İslam ülkesinde bu tür girişimlerde bulunabiliyorlar.
Öncelikle, bu kadar sınırsız bir “fikir, düşünce ve ifade özgürlüğü” dünyanın hiçbir medeni ülkesinde bulunmaz. (Avrupa’daki bazı Kur’an yakma olayları, fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında değil, ırkçılık ve İslamofobi çerçevesinde değerlendirilmelidir.) Örneğin, Fransa’da Ermeniler aleyhinde açıkça bir görüş belirttiğinizde karşılaşacağınız muamele ortadadır.
İkinci olarak, bu tür İslam’a yönelik saldırıların arkasında organize bir "zındıka komitesinin" olduğuna inanıyoruz.
Üçüncü olarak, yıllardır fitne ve fesat odakları, milletin bilgisizliğinden yararlanarak bu tür ahlak bozucu hareketleri maddi olarak desteklemektedir. Özellikle Yahudi para baronları (Rothschild Ailesi, Rockefeller Ailesi) dünya genelinde ve özellikle ülkemizde yüzlerce sosyal medya platformunu finanse etmektedir.
Konumuza dönecek olursak, İslam’ın temel değerlerini sorgulayan videolar yayımlayan Bay M. İslamoğlu’na bugün yanıt vermek istiyorum.
İslamoğlu, "Sünnet olmak sünnet değildir. Arap çöllerinde sünnet derisinin altına kum kaçar ve enfeksiyon oluşurdu. O dönemde antibiyotik bulunmadığından sünnet olmak zorundaydılar" şeklinde bir iddiada bulunuyor.
Görüldüğü gibi, İslam’ın asırlardır uyguladığı bir sünnete karşı hiçbir tıbbi dayanağı olmayan iddialar öne sürerek zihinleri bulandırıyor, inancı sarsıyor ve İslam’ı bedevilikle suçluyor.
Peki, sünnet uygulaması yalnızca Araplara mı özgüdür? Yoksa Kur’an’dan önceki dönemlerde de var mıydı?
Tevrat’a Göre:
"Tanrı, İbrahim’e şöyle dedi: 'Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız. Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Bu, sizinle benim aramdaki antlaşmanın belirtisi olacaktır. Evinizde doğan ya da yabancılardan satın alınan köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecektir. Bu, gelecek kuşaklar boyunca sürecek...'" (Yaratılış 18:9-14)
"İbrahim sünnet olduğunda 99 yaşındaydı. Oğlu İsmail 13 yaşında sünnet oldu. İbrahim ve evindeki tüm erkekler aynı gün sünnet edildi." (Yaratılış 18:23-27)
İncil’e Göre:
İslamoğlu, sünnetin yalnızca Arap çöllerindeki zorunluluklardan kaynaklandığını iddia ediyor. Peki, gerçekten öyle mi?
İsa’nın Sünnet Olması:
"Musa’nın kitabında yazıldığı gibi, Rab’bin kanununa göre sekiz gün dolduğunda çocuğu mabede götürdüler. Çocuğu sünnet ettiler ve ona Rab’bin meleğinin ana rahmine düşmeden önce söylediği gibi İsa adını verdiler." (Barnabas İncili, 5. Ayet)
Sünnet Olmayanların Zavallı Hali:
Havariler, bir gün İsa’ya şöyle sordular:
"Ey Muallim, neden o kadına ‘Onlar köpektir’ şeklinde cevap verdin?"
İsa şu yanıtı verdi:
"Bakın, size diyorum ki, bir köpek, sünnetsiz bir adamdan daha iyidir."
Bunun üzerine havariler üzülerek, "Bu sözler ağır, bunları kim kabul edebilir?" dediler.
İsa şöyle devam etti:
"Eğer siz, ey budalalar, aklı olmayan bir köpeğin sahibine neler yaptığını düşünürseniz, benim dediklerimin doğru olduğunu göreceksiniz."
Havariler tekrar sordular:
"Ey Muallim, insan neden sünnet olmalıdır?"
İsa şu yanıtı verdi:
"Allah’ın İbrahim’e olan şu emri yetsin: 'İbrahim, kendini ve evinde bulunanları sünnet et; bu seninle benim aramda ebedi bir antlaşmadır.'" (Barnabas İncili, 22. Ayet)
Not: Bir sonraki yazımızda "Sünnetin kökeni ve sünnetsizlerin lanetlenmesi" konusunu ele alacağız.
Kur’ân-ı Kerîm, yalnızca geçmiş kavimlerin ibretlik kıssalarını anlatmaz; aynı zamanda bugünü ve yarını da aydınlatır. İsra Suresi’nin beşinci ayeti bu hakikate işaret eden çarpıcı bir misaldir: “Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü ola
Geçtiğimiz günlerde açıklanan PKK’nın fesih bildirisi, sadece bir örgütün dağılması değil; Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hafızasında derin izler bırakmış bir devrin kapanışı olabilir. Elbette bu tür tarihî dönemeçler sadece belgelerle değil, bakış açılarıyla da anlam kazanır. Uluslararası çevrele
Dünya, mazlumun sessiz çığlığına sağır kalmış bir hâlde… Savaşların, çatışmaların ve insanlık dramlarının neredeyse sıradanlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Modern zamanın en büyük çelişkisi şudur: Medeniyetin zirvesinde olduğunu iddia eden insanlık, hâlâ en ilkel yöntemlerle birbirini yok etmeye çalışıy
“Tarih, ibret alınsaydı tekerrür etmezdi.” I. SESSİZ BİR ÇIĞLIK: KESİK MİNARE Ali Ulvi Kurucu’nun hüzünle aktardığı bir sahne vardır hatıralarında: Konya’daki Aslanlı Kışla Camii’nin minaresi, bir gün ansızın, sessizce, devlet eliyle kesiliverir. Sebep: askerî birliklere yakınlığı! Yani minarenin
Zaman zaman sosyal medya mecralarında ve televizyon ekranlarında dinî meselelerin tartışma konusu yapıldığını görüyoruz. İslâm’ın temel kaynaklarından alınan bazı hadisler, bilgi sahibi olmayan kişiler tarafından yorumlanıyor ve bu yorumlar da halkın zihninde şüpheler doğuruyor. Bu durum ise faydada
Son zamanlarda elime bir kitap geçti: “Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursî Gerçeği.” Yazarı Emrah Cilasun. Kitap, Bediüzzaman Said Nursî’yi bir “efsane” olarak ele alıyor; onun etrafında oluşan anlatıların gerçek dışı olduğunu iddia ediyor. Haliyle merak ettim, okudum. Fakat kitapta karşılaştığım ş