26 Ağustos 1071’de Malazgirt ovasında yaşanan savaş, yalnızca bir askerî muharebe değil; Anadolu’nun kaderini değiştiren bir medeniyet kavşağıdır. Sultan Alparslan’ın Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes karşısında kazandığı bu zafer, Anadolu’nun İslâm coğrafyasına katılışının ve burada yeni bir toplumsal düzenin tesis edilişinin miladı olmuştur.
Kaynakların Gözüyle Malazgirt
Dönemin tarihî kaynakları bu hakikati teyit eder. Müslüman müverrihlerden İbnü’l-Esîr (el-Kâmil fi’t-Tarih), Malazgirt zaferinin İslâm dünyasında büyük bir moral ve güç doğurduğunu kaydeder. Selçuklu tarihçisi İmameddin el-İsfahanî (Zübdetü’n-Nusra ve Nuhbetü’l-Usra), Sultan Alparslan’ın savaş öncesinde ordusuna yaptığı konuşmayı aktarırken onun şu sözüne dikkat çeker:
“Bugün burada İslâm’ın izzeti ya kazanılacak ya kaybedecektir.”
Bu ifade, zaferin mahiyetini bir askerî sonuçtan öte, bir din ve medeniyet mücadelesi olarak ortaya koymaktadır.
Öte yandan Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos (Chronicle), Malazgirt’in Bizans açısından bir “felaket” olduğunu yazar. Ona göre bu muharebe, yalnızca Bizans ordusunun değil, bütün bir imparatorluğun kaderini değiştirmiştir. Bu, zaferin iki medeniyet arasındaki tarihî dönüm noktasını gösterir.
Uhuvvetin Tesis Edildiği Gün
Malazgirt, Anadolu’nun asli unsurları olan Türk, Kürt ve Arap topluluklarını aynı ideal etrafında birleştiren bir dönüm noktasıdır. Selçuklu ordusunun bileşimi, bu birlikteliğin ilk nüvesini göstermektedir. Böylece cahiliye devrinden kalma ırkî asabiyetin yerine, “uhuvvet-i İslâmiye” yani İslâm kardeşliği esas alınmıştır. Etle tırnak gibi ayrılmaz bir birlikteliğin temeli Malazgirt’te atılmıştır.
Fitneler ve Süreklilik
Tarih boyunca bu kardeşliği bozmak isteyen harici ve dahili unsurlar daima olmuştur. Haçlı seferlerinden Moğol istilasına, modern çağda ise etnik milliyetçilik dalgalarına kadar pek çok fitne girişimi sahneye sürülmüştür. Ancak Malazgirt’te atılan bu köklü kardeşlik zemini sayesinde bu oyunlar her defasında boşa çıkmıştır.
Bugün dahi Ahlat ve Malazgirt’te yapılan anma törenlerinde verilen mesajlar, bu ruhun hâlen canlı olduğunu göstermektedir. Türk, Kürt ve Arap unsurlarının aynı hilalin gölgesinde birlikte yaşadığı gerçeği, hem içeriye hem de dışarıya ilan edilmektedir. Bu mesaj, özellikle “Haçlı zihniyeti”nin günümüzdeki yansımalarına verilmiş tarihî bir cevaptır.
Yavuz’un İhtarı: İttihad Olmazsa…
Alparslan’ın Malazgirt meydanında dile getirdiği “İslâm’ın izzeti” ikazı, asırlar sonra Yavuz Sultan Selim’in şu beyitleriyle adeta teyit edilmiştir:
“İhtilaf u tefrika endîşesi, kuşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni;
İttihadken düşmanı def’a çâremiz, ittihad etmezse millet dağidar eyler beni.”
Bu söz, bu topraklarda yaşamanın ve var olmanın ancak birlik ve uhuvvetle mümkün olacağını göstermektedir. Birlik rahmet, ayrılık ise azaptır.
Sonuç
Malazgirt, Anadolu’ya İslâm mührünün vurulduğu, uhuvvetin tesis edildiği, medeniyetimizin köklerinin beslendiği bir tarihî kavşaktır. Sultan Alparslan’ın “izzet” çağrısı ile Yavuz Sultan Selim’in “ittihad” ikazı aynı hakikati haykırmaktadır:
Bu toprakların varlık sebebi İslâm kardeşliği ve birliktir. O muhafaza edildiği müddetçe, bu coğrafya kıyamete kadar dimdik ayakta kalacaktır.