Batı’dan ithal eğitimle yetişen nesillerin karşısında, kendi medeniyet değerlerinden bihaber bir toplum silueti yükseliyor. Oysa eğitim; sadece bilgi değil, karakter ve ahlâk da inşa eder. Bu topraklara, bu millete ait bir maarif modeli kurulmadıkça, çürüme sadece derinleşecektir.
Bir milletin istikbali, gençliğinin istikametiyle şekillenir. Gençliği ise yoğuran kuvvet, şüphesiz ki eğitimdir. Ancak eğitim yalnızca bir “bilgi aktarımı” değil; aynı zamanda bir “terbiye süreci”dir. Bilgi, ahlâk ve vicdanla bütünleşmedikçe, bir millet ne insanlıkta ne de medeniyette ilerleyebilir.
Türkiye’de uzun yıllardır yürürlükte olan maarif sistemi, büyük ölçüde Batı merkezli bir zihniyetin eseridir. Bu sistemde, bireyin aklına hitap edilirken kalbi ihmal edilmiş; fen bilimleri merkeze alınırken, ahlâkî ve dinî eğitim arka plana itilmiştir. Seküler anlayışın hâkim kıldığı bu model, bugün toplumun neredeyse her katmanında kendini gösteren bir ahlâkî çöküntüyü doğurmuştur.
Bugün şehirlerde, sokaklarda, çarşı ve pazarda, ulaşım araçlarında, park ve eğlence mekânlarında sergilenen davranış biçimleri, artık sade vatandaşın bile vicdanını kanatır hale gelmiştir. Hürriyetin sorumsuzlukla, çağdaşlığın pervasızlıkla karıştırıldığı; mahremiyetin, haya ve edebin alay konusu edildiği bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Peki, bu çöküşü sadece “bireysel zaaf” diye mi açıklayacağız? Elbette hayır. Bu, bir sistemin eseridir. Ahlâkı dışlayan, maneviyatı ötekileştiren bir eğitim sisteminin kaçınılmaz sonucudur.
Batı’da yaşanan ahlaki sefaletin çarpıcı örneklerinden biri, Brezilya’daki bir resmî raporda yer almaktadır. Yaklaşık 6 milyon insanın cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalandığı, 200 bin kişinin frengi olduğu belirtilmekte; yoksul ailelerin çocuklarını satması, kız çocuklarının fuhuşa zorlanması, çocukların açlık, hastalık, cinayet gibi sebeplerle küçük yaşta hayatlarını kaybetmeleri insanı dehşete düşürmektedir. Hatta öyle ki bazı aileler, cenazelerde dağıtılan bozuk paralardan nasiplenmek için çocuklarını kasten öldürmekte, ardından da “kazayla öldü” yalanını ileri sürebilmektedir.
İşte Batı’nın “medeniyeti”! İşte bize model gösterilen değer sistemi!
Bediüzzaman Said Nursî, tam da bu noktada hem ahlak hem bilgi yönünden sahih bir eğitim modelini şu veciz ifadelerle ortaya koyar:
“Aklın nuru fünun-u medeniyedir; vicdanın ziyası ulum-u diniyedir. İftirak ettikleri vakit; birisinden hile, şüphe, ahlâksızlık; diğerinden taassup ve inat doğar. İkisinin imtizacıyla hakikat ortaya çıkar; iki kanatlı kuş gibi terakki semalarında pervaz eder.”
Bu söz, Türkiye için bir maarif manifestosudur. Ne sadece aklı yücelten bir sistem yeterlidir, ne de sadece inancı esas alan ama hayatı tanımayan bir yaklaşım. Doğru olan; fen ile dinin, bilgi ile hikmetin, zeka ile vicdanın buluşturulmasıdır.
Bugün Anayasa’nın yeniden yazılmasının konuşulduğu bir dönemdeyiz. Bu sadece hukukî bir düzenleme değil, aynı zamanda Türkiye’nin medeniyet tercihini belirleyecek bir dönüm noktasıdır. Ve bu tercihin en hayati alanı da maariftir. Yeni anayasa kadar, yeni bir eğitim anlayışı da kaçınılmaz bir zarurettir.
Maarifin omurgası, İslâmî ahlâkla güçlendirilmediği sürece; bilimle birlikte irfan verilmediği sürece; milli ve manevi değerlerle donatılmadığı sürece bu çöküş durmayacaktır. Türkiye, artık kendi çocuklarını Batı'nın maneviyatsız modellerine kurban etmemelidir.
Artık vakit, kendi modelimizi kurma vaktidir. Fikriyle, ahlakıyla, sanatıyla, teknolojisiyle, ama hepsinden önce kalbiyle inşa edilen bir nesil yetiştirme zamanıdır.