(Kültür Köklerimizdir, Bayramlar Da Bu Köklerin Çiçek Açtığı Zamanlardır)
Bir milletin hayatiyeti; toprağında değil, toprağa bağlılığında; yaşadığı çağda değil, çağlar ötesine uzanan köklerinde gizlidir. Örf ve adetler, kültür ve gelenek dediğimiz o manevi damarlar, bir milleti geçmişten geleceğe taşıyan hayati unsurlardır. Bu kökler kuruduğunda, ağacın yeşil dalları da solar. Kültürünü kaybeden bir millet, önce kimliğini, sonra istikbalini kaybeder.
Türk milleti binlerce yıllık tarihî yürüyüşünü, İslâm'la şereflendikten sonra bambaşka bir medeniyet hamlesine dönüştürmüş, yeryüzünde İslâm’ın bayraktarlığını bihakkın yapmış ender bir millettir. Bu vasfı, Batı’nın dikkatinden hiç kaçmamıştır. Bugün bile Avrupa, Türk milletini bir “medeniyet” ortaklığına almaya mesafeli duruyorsa, bunun altında yatan sebep; onun hâlâ taşıdığı İslâmî ve kadim değer kodlarıdır.
Ancak ne acıdır ki, Batı’nın bu dikkatli mesafesi bizde tam tersi bir yöne evirilmiş; millet olarak kendi değerlerimize karşı yabancılaşmaya başlamışız. Televizyon ekranlarından sosyal medya mecralarına, popüler kültürün hoyrat saldırılarına karşı yeterince direnemediğimiz bir gerçek. Örflerimiz, aile yapımız, bayramlarımız bile “tatil fırsatı”na indirgenmiş durumda.
Oysa bayramlar, bizim kültür atlasımızda sıradan günler değildir. Bayramlar, aile bağlarının kuvvetlendiği, çocukların büyüklerinden dualar aldığı, küslerin barıştığı, dostların hal-hatır sorduğu, sevincin mahalleye, şehre, ülkeye yayıldığı müstesna zamanlardır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), bayramların ruhuna dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:
“Bu günler yeme, içme ve Allah’ı zikretme günleridir.” (Ebû Dâvûd, Savm 47)
Yani bayram, sadece bedene değil; kalbe, ruha, topluma ve aileye yönelen bir sevinçtir. Sadece bireysel değil, kolektif bir neşedir.
Bir diğer hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyurur:
“Kim bayram günü bir mü’mini sevindirirse, Allah onu kıyamet günü sevindirir.” (Taberânî)
Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, bayramın asıl hedefi ruhları ve gönülleri ihya etmektir. Bayram, geçmişle bağ kurmaktır; dedelerle torunlar aynı sofrada buluşsun diyedir. Bayram, mahalledeki yetimin yüzünü güldürmektir; uzak akrabayı hatırlamak, bir telefonla da olsa gönlünü almaktır.
İşte bu yönüyle, Japonlar nasıl geleneklerini muhafaza ederek bugünkü teknolojik terakkilerini inşa ettilerse, biz de kendi manevi değerlerimizi tahkim ederek yeniden bir diriliş yaşayabiliriz. Devletimizin askeri savunma alanında gerçekleştirdiği büyük atılımlar gibi, artık kültürel savunma sanayiine de ağırlık vermesi elzemdir. Kültür bir milletin bekâsıdır; silahsız ama en etkili kalesidir.
Bayramlarımız bu kalenin burçlarıdır. Her bayram, kaybolmaya yüz tutmuş bir değerin yeniden hatırlanması için bir fırsattır. Yeni nesle öğretelim: Bayram, tatil değil; tevhit günüdür, tefekkür günüdür, tefâül günüdür.
Ne mutlu, bayramı özünden anlayanlara...
Bu duygu ve düşüncelerle Bayramınız Mübarek, dualarınız kabul, kurbanlarınız makbul olsun.
"İyd ül Mübarek".