Yakın zamanda bir seçim geçirdik. Uzaktan seçimin şöyle bir röntgenini çektiğimizde, maalesef “Kemalistlerin” iddia ettikleri şu Batı Medeniyetinden bi hayli uzak olduğumuzu fark ettim, hiç olmazsa politikada bunu yakalasaydık, dedim. Ama ne gezer!
Meselâ; Seçime giren partiler, bol keseden vaad yarışına girmiş ve devlet kazanından bol bol “ulufe” saçıyorlardı (ör; EYT..). Öyle ki, bir yabancı kişide, “açık ihalede satılan eşya” pazarı hissini çağrıştırır tuhaf bir manzara arz ediyordu. Sadece siyasetteki bu tablo ve görünüm bile, bu ülkenin,“doğulu anlayıştan” kurtulmadığının yeterli bir kanıtıydı. Güya, asrın başında, modern ve şiddetli bir inkılap yapılmıştı:
Giyimden kuşama, alfabeden okula, adlî, içtimaî,sosyal, siyasal ve kültürel bütün alanlarda/kurumlarda Türk tarihinde benzeri hiç olmayan muazzam bir devrim yapılmış idi. Yıdönümlerinde bayramlar tertip ediliyor, alayı vela ile, şatafatlı ve abartılı sözlerle, müziklerle, eğlencelerle, ana okulundan üniversiteye kadar bütün bir milletin kafasına, bu yeni “garp medeniyeti” enjekte ediliyor ve eski, gerici köhne zihniyet ve yaşamdan kurtulduğumuz ilan ediliyordu. Hipnotizmayla olsa veyahut cebren bile olsa, artık bu ülkenin medeni bir batı ülkesi olduğu, aydınlarımız, yöneticilerimiz ve hâkim güçler tarafından iftiharla söyleniyordu.
Gerçi dünya hakikati biliyordu; lakin, “biz kendimizi nasıl biliyorsak öyleyizdir” kuralı mucibince, kendimize “ilerici, medeni, muasır, batılı..vb.” apoletleri bol bol yapıştırıyorduk. Bu hayal, hülya, rüya alemi bizi bir asırdan fazla oyaladı, işba etti, tenvim etti.
Tabi ki, “hiç bir şey bulunduğu üzere devam etmez”. Bir gün bu rüyanın sona ereceği, narkozdan, hipnozdan uyanılacağı, bir fıtrat kanunudur. Ve nihayet günü geldi, zaman kapımızı çaldı, sırlar aşikâr oldu, eğlence bitti, deniz/kazan tükendi.
Peki, Ne oldu?
Farklı bir dünya adamı çıktı, gözlere çekilen perdeyi çekip attı. Yapılanların hokus-fokus olduğu, gerçek medeni dünyanın kıyısında bile olmadığımızı, yaptığı eserler, devasa icraatlarla ortaya koyunca; tiyatro figüranları büyük bir paniğe kapıldılar. Hem fügüranlar ve hem metin/tiyatro yazarları bir araya gelerek eteklerindeki bütün taşları döktüler; lakin nafile, gidişata engel olamadılar.Yeni yeni yüzler, figüranlar, oyuncular buldular yine olmuyor. Dışarıdan besleyip destek verdikleri köpeklerini (AB, ABD, İSRAİL, İNGİLTERE, HAÇLI DEVLETLERİ) bu defa devreye soktular; ancak yine olmadı ve olmuyordu. Bilumum eski numaralarını devreye soktular, ekonomi/döviz kartlarına(dolar, soğan-patates..) başvurdular, olmuyor, olmuyordu. Sonunda baklayı ağızlarından çıkardılar:
“Sanki görünmez bir güç, bütün ileri sürülen kartları boşa çıkarıyor”, dediler.
Tek ümitleri; muhafazakar, ateist, milliyetçi, demokrat vs. gurupları/liderleri, aynı çatı altında sahneye son koz olarak sürmekti;sonuç yine hüsran, yine boş, yine yenilgi.
Peki, vaz mı geçtiler bu mücadeleden?Kesinlikle hayır!
Buna küfr-i inadi denilir. Bu anlayış, herhalde kıyamete kadar sürecek.Bu mücahede berdevam edecek. Çünkü, bu bir İlahi kanundur, adetullah/ sünetullah kanunudur. Aynı zamanda, bu bir cihattır.Yeryüzünde tek fert kalıncaya kadar bu böyledir.
Öyle ise; ey hükümet! Seni her türlü fitne, fesat, tuzak, algı ve yalan bombardımanından koruyan ve şu saf Anadolu insanının zihninin karışmasını engelleyen, tuzağa düşmelerine mani olan Rabbinin yardımını göz ardı etmemek, ona karşı şükrünü eda etmekle muvazzafsın.En ufak bir gevşeklik, rehavet, lakaytlık sadece Türk milletini değil; alem-i İslam'ı da üzecek, belki de kahredecektir.
O halde, bu mücadelede atacağın ilk adımın, ilk icraatın Maarif olsun. Kendi tarihine, kültürüne, imanına ve inancına bağlı nesiller yetiştirecek ve bin yıllık geçmişinden süzülen bir “eğitim sistemi”, senin birinci adımın ve icraatın olsun. Aksi takdirde, diğer cephelerdeki başarıların, bu galibiyetin bir anlamı kalmaz, sathi olur, köksüz olur ve en ufak bir rüzgarda yıkılır gider.