Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Bir bardak suda fırtına

Yazının Giriş Tarihi: 05.12.2025 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 03.12.2025 18:42

Papa’nın Türkiye ziyareti üzerinden koparılan fırtına, açık söylemek gerekirse hakikati değil; paranoyaya varan bir zihniyet hâlini yansıtıyor. Bir bardak suda fırtına koparılıyor. Daha vahimi, bunu siyasi malzeme hâline getiren muhalefetin, körükle yangına benzin döker gibi kamuoyunu ajite etmesi… Neticede olan yine Türkiye’nin uluslararası itibarına oluyor. Tarihimize, irfanımıza ve özgüvenimize yakışmayan bir görüntü ortaya çıkıyor.

Oysa eskilerin veciz bir sözü vardır:

“Abdestinden emin olanın namazından şüphesi olmaz.”

Biz, yeryüzünün yegâne tevhid dini olan İslâm’a mensubuz. Kur’ân, kıyamete kadar okunacak ve kıyamete kadar meydan okuyacak bir kitaptır. Şüphesi olanları bile benzerini getirmeye davet eden bir ilahî kelâma sahibiz. Bu kadar sahih, bu kadar köklü, bu kadar muhkem bir inanç varken; bu panik, bu vehim, bu telaş niye?

Tarihimize bakıyoruz…

Ben, tarih kayıtlarında Hristiyan olmuş bir Türk hatırlamıyorum. Tevfik Fikret’in hayalindeki “Haluk” tipi gibi istisnai ve fikrî tasavvurlar dışında, toplumsal ölçekte böyle bir dönüşüm yoktur.

19. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında yaklaşık bin sekiz yüz misyoner faaliyet göstermiştir. Buna rağmen Hristiyan olan Müslüman ahali sayısı, tabiri caizse devede kulak kalmıştır.

Hatta 17. yüzyıl Osmanlı’sında kadı sicillerine bakıldığında, bazı Hristiyanların kendi aralarındaki ihtilaflarda bile kendi ruhban mahkemelerine değil, Müslüman kadılara başvurduğu görülür. Bu, İslâm adaletine duyulan güvenin tarihî belgesidir.

19. yüzyılda bir dinsizleşme dalgası başlar; fakat bunun sebebi Hristiyanlık değil, pozitivist bilim anlayışıdır. O da zaten toplumun geneline değil; asker, doktor ve sınırlı bir okuryazar elit zümreye nüfuz etmiştir. Bu süreci, Sergüzeşt’ten başlayarak romanlarımızdan bile takip etmek mümkündür.

Abdülhamid’in, Papalık savaşlarında yersiz yurtsuz kalan Papa Leo’yu İstanbul’a davet etmesi; devletin hazinesini bir Hristiyan olan Agop Kazazyan Paşa’ya emanet etmesi… Bütün bunlar, Osmanlı’nın kendinden emin, özgüvenli ve adalet merkezli yönetim anlayışının açık göstergesidir.

Bu yüzden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
İslâm’ın özellikle Balkanlar’daki yayılma süreci de dikkate alındığında, Hristiyan dünyasıyla olan ihtilatta etkilenme yönü daima İslâm lehine olmuştur.

Hidayetlerin zirve yaptığı dönemler ise insanî münasebetlerin, sulhun ve adaletin tesis edildiği zamanlar olmuştur.

Nitekim bir hadiste de bu hakikate manidar bir şekilde işaret edilir:
Hz. İsa’nın (a.s.) nüzul edeceği, İslâm şeriatıyla amel edeceği ve ümmet-i Muhammed’den olacağı haber verilir.
Bu, tevhidin nihai galibiyetinin sembolik bir ifadesidir.

Bütün bu tarihî ve itikadî arka plan ortadayken; Papa’nın bir ziyaretini bir inanç krizi gibi sunmak, korku senaryoları üretmek, toplumu tedirgin etmek… Bu tavır, ne İslâm’ın vakarına yakışır ne de bu milletin tarih şuuru ile bağdaşır.

Biz başkasının ziyaretinden değil, kendi değerlerimizi yaşayamadığımızdan korkmalıyız.
Tevhid inancı sağlam olan bir toplumun ne Papa’dan, ne Batı’dan, ne de hiçbir rüzgârdan sarsılması beklenir.

Asıl mesele budur.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.