Son zamanlarda elime bir kitap geçti: “Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursî Gerçeği.” Yazarı Emrah Cilasun.
Kitap, Bediüzzaman Said Nursî’yi bir “efsane” olarak ele alıyor; onun etrafında oluşan anlatıların gerçek dışı olduğunu iddia ediyor. Haliyle merak ettim, okudum. Fakat kitapta karşılaştığım şey, ne ilmî bir sorgulama ne de tarafsız bir bakıştı. Daha çok bir ön yargının satırlara dökülmüş hâliydi.
Evet, Bediüzzaman hakkında anlatılan bazı olaylar olağanüstü görünebilir. Ama bu, onu “efsane” yapmaz. Milletin gönlünde yer etmiş her büyük insan gibi, onun da hayatında halkın diline yansıyan yönler olabilir. Ama unutmayalım ki Said Nursî, kendi yazdığı eserlerinde “Ben keramet gösteren biri değilim” demiş; akla, mantığa ve imana dayalı bir hizmet yürütmüştür.
Kitapta bir başka iddia da, Bediüzzaman’ın siyasî bir kişilik olduğu yönünde. Oysa kendi ifadesiyle “Ben cemiyet ve siyaset adamı değilim.” Siyaseti değil, imanı esas almıştır. Hatta talebelerine “Asayişe zarar verecek hiçbir harekete yanaşmayın” diye defalarca nasihat etmiştir. Kısacası, elinde siyaset değil, kalem vardı; hedefi iktidar değil, irşattı.
Bazı belgelerle onun hayatını çürütmeye çalışanlara da bir çift sözüm var. Belgeler değerlidir elbette. Ama unutmayalım ki, bir dönemin belgeleri kadar, o dönemin baskı ortamı da göz önünde bulundurulmalıdır. Her resmi kayıt, hakikati tam olarak yansıtmaz. Hele ki tek parti döneminin fişleme mantığıyla yazılmış raporlar...
(Mesela; "Önce idamına, sonra sanığın dinlenilmesine..." sözü İstiklal Mahkemeleri'nin işleyişine yönelik ağır bir eleştiri olarak söylenmiştir ve doğrudur.
"Temellerin Duruşması" Adlı Ahmet Kabaklı'nın eseri de o devrin eleştirel yönlerini anlatıyor.
Sadece bu iki eser bile böyle bir rejimin belgelerinin kuşkulanması için yeterli bir kanıttır. Ki buna rağmen cumhuriyetin ilk yıllarının belgeleri henüz açılmamış olması da ayrıca üzerinde düşünülmesi gerekir. )
Zaten Bediüzzaman’ın hayatına baktığımızda, onun ne için yaşadığını ve neye karşı direndiğini görmek zor değildir. 31 Mart hadisesinden mahkemelere, sürgünlerden zehirlenmelere kadar yaşadığı her şey, bir hakikatin ispatıdır: O, iman hakikatini savunduğu için hedef alınmıştır. Devletin en zor zamanlarında dahi eline silah almamış, muhalefetini fikirle ortaya koymuştur. Ne devleti yıkmaya kalkışmış ne de rejime karşı bir isyan örgütlemiştir. Onun yol haritası Kur’an’dı, pusulası imandı.
Sonuç olarak şunu söylemek isterim:
Bediüzzaman’ı anlamak için onu sadece kitaplardan değil, yaşadığı hayattan, verdiği mücadeleden, sabırla yazdığı eserlerden okumak gerekir. Onun hayatı efsane değil, imanla yoğrulmuş bir hakikattir.
Ve bazı gerçekler vardır ki, ne silinir ne de unutturulur.