Dünyanın gözü önünde bir medeniyet çöküyor. Bir zamanlar insan hakları, özgürlük, demokrasi gibi parlak etiketlerle kendini pazarlayan Batı; bugün çiş kokan sokakları, yasaklı maddeden kırılan gençliği, aile kurumunun çökmesi, sapkınlığın meşrulaştırılması ve insanlığın gözünün içine baka baka işlenen soykırımlar karşısında sergilediği riyakârlıkla maskesini tamamen düşürmüştür.
Gazze, Batı medeniyetinin kefene sarıldığı yerdir. Kağıttan kule yıkılmış, geriye yalnızca çürümüş bir zihniyet kalmıştır.
Fakat hayretle görüyoruz ki ülkemizde hâlâ bir zümre, Batı’nın çoktan eskimiş, çökmüş nakaratlarını tekrarlamaya devam etmektedir. Basında, dizilerde, sinemada, akademide, eğitimde… Her fırsatta Batı’ya tapınmayı marifet sayan bu kesim, sanki bütün bu rezaletleri görmüyor gibi davranmakta; Batı’yı eleştirmeyi “gericilik”, Batı’ya teslimiyeti ise “çağdaşlık” zannetmektedir.
Oysa ortada ne bir medeniyet kalmıştır, ne de savunulacak bir insani değer…
Kokuşmuşluk diz çökmüş, vitrin darmadağın olmuştur.
Ne yazık ki bu zihniyetin topluma enjekte ettiği yanlış algılar karşısında, iktidarın uzun süredir sağır ve kör bir tavır sergilediğini müşahede ediyoruz.
Neden?
Bu suskunluğun, bu çekingenliğin, bu “dokunmayalım, bozmayalım” hassasiyetinin sebebi nedir?
Toplumun bugün içinde bulunduğu pek çok sosyolojik sıkıntının altında, Batı merkezli zihniyetin kabulleri vardır. Ama biz hâlâ bu kabullerin üzerine gidilmediğini, köklü bir zihniyet mücadelesi verilmediğini görüyoruz.
Bugün Türkiye’nin doğurganlık oranı 1,5’un altına düşmüş durumda.
Bu, bir istatistik değil; bir çöküş alarmıdır.
Bir ülkenin geleceği, nüfus dinamizmi çöktüğünde söner. Bunun misalleri Avrupa’nın her köşesinde açıkça ortadadır.
Peki niçin buraya geldik?
Cevap basittir:
Batı ahlakının süzülüp kanunlara serpiştirildiği bir düzende…
Gençlik aile kurmaktan korkuyor.
-Boşanma rakamları artmış,
-Ömür boyu nafaka yükü bir kâbus hâline gelmiş,
-Aileyi koruyacak hukuk sistemi yerine aileyi dağıtan maddeler iktibas edilmiştir.
İstanbul Sözleşmesi gibi Batı kaynaklı düzenlemeler, toplumsal zemini dikkate almadan, kültürel genetiğimizi hesaba katmadan tatbik edilmiştir. Netice?
Evlenmekten kaçan bir gençlik, aile kurmaya cesaret edemeyen bir toplum…
Bugün iktidar, meseleye yalnızca ekonomik teşviklerle yaklaşarak meseleyi çözmeye çalışıyor. Oysa problem para değil; problem zihniyet ve hukuk mimarisidir.
Yanlış teşhis, yanlış tedaviyi doğurur.
Türkiye’nin artık erteleyecek zamanı yoktur.
Bu ülke, tarihinin en kritik nüfus eşiğine gelmişken, hâlâ Batı menşeli kanun ve kavramların gölgesinde yol alamaz. Devlet, milletin kültürel köklerini, aile yapısını, değer sistemini merkeze alan cesur bir reform iradesi göstermek zorundadır.
Bugün yapılması gereken;
Batı’nın çökmüş ahlakının tortularını hayatımızdan temizlemek, aileyi ayakta tutacak hukuki zemini yeniden inşa etmek ve toplumun zihnine yerleştirilen o “Batı üstünlüğü” putunu paramparça etmektir.
Bu memleketin istikbali, öz evlatlarını doğuramaz hâle gelmiş bir topluma dönüşmemesine bağlıdır.
İktidar ameliyat masasına çıkmak zorundadır; hem de acilen…
Çünkü mesele bir ideoloji meselesi değil, bizzat Türkiye’nin bekası meselesidir.