Sabah sokakta yüzlerce insanla karşılaşıyoruz.
Marketlerde kuyruk, otobüste kalabalık, sosyal medyada binlerce takipçi…
Ama işte tam da burada başlıyor mesele: Hiçbirimiz, kimseyle gerçek anlamda bağlantıda değiliz.
Sadece yan yanayız.
Ama birlikte değiliz.
Toplum değiliz, sadece kalabalığız.
Eskiden “toplum” dediğimizde, akla ilk gelen şey dayanışma olurdu. Komşunun ihtiyacını gözetmek, yaşlıya yer vermek, sokakta düşeni kaldırmak, haberini almadan geçen birini merak etmek...
Şimdi?
Kimse kimseye karışmıyor değil, artık herkes birbirinin hayatına yorum yapıyor ama hiçbirimiz kimsenin acısını paylaşmıyoruz.
Toplum olmak, sadece aynı apartmanda oturmak ya da aynı dili konuşmak değildir. Toplum olmak, aynı acıyı hissedebilmek, aynı değeri paylaşmak demektir.
Ama artık evlerimiz yüksek duvarlarla çevrili, kalplerimiz daha da yüksekte.
Çocuklar sokağı bilmiyor. Gençler güven duygusunu tatmamış. Büyükler değer görmediği için susmuş.
Her gün sosyal medyada bir acı paylaşılıyor, bir kayıp, bir isyan, bir “yardım edin” çığlığı…
Ama “beğen” tuşuna basıp geçiyoruz.
Çünkü içten içe biliyoruz:
Birbirimize dokunmadan yaşıyoruz.
Toplumlar, ortak değerlerle ayakta kalır.
Saygıyla, adaletle, merhametle...
Ama bu değerler artık sadece nostaljik yazıların içinde yaşıyor.
Peki bu gidişatın sonu ne?
Çözümsüz müyüz?
Hayır. Ama önce kabul etmeliyiz:
Birbirimize yabancılaştık.
Sadece yan yana değil, artık karşı karşıyayız.
Bu yazı bir serzeniş değil, bir çağrıdır.
Sadece eleştirmek değil, uyandırmak için.
Eğer hâlâ bir yerlerde "Ben bu düzeni değiştirmek istiyorum" diyen birileri varsa, umut vardır.
Çünkü toplum olmak, bir kişinin değişmesiyle başlar.
Ve belki de bu yazıyı okuyan sensin o kişi.