Dijital çağ bize özgürlük, hız ve sınırsız iletişim vaat etti. Fakat bugün geldiğimiz noktada, ilişkilerimizin en temel yapı taşlarını sosyal medya algoritmalarına, bildirim seslerine, sahte beğenilere ve yapay mutluluklara teslim etmiş durumdayız. Artık kimse kimseyi “tanıyarak” seçmiyor; filtrelere, fotoğraflara, takipçi sayılarına, online duruşlara bakıyor.
Aşk, sevgi, emek…
Hepsi birer “gösteri ürününe” dönüşmüş halde.
Sosyal medya; ilişkilerin başlangıcını manipüle ediyor, ortasını zehirliyor, sonunu hızlandırıyor. İnsanlar gerçek iletişim kurmayı unutup “görünür iletişim”e geçiyor. Her şeyin amacı karşı tarafa “Ben buradayım, değerliyim, beni gör.” mesajı vermek. Halbuki gerçek değer sessizlikte, göz temasında, emekte saklı. Dijital dünyada ise ses yükseldikçe kalite düşüyor.
Bugün ilişkilerimizin çoğu sahte bir vitrin düzeni gibi. İnsanlar partnerlerini değil, partnerlerinin sosyal medya performansını seviyor. “Hangi fotoğrafta nasıl duruyor?”, “Hangi yorum kimden geldi?”, “Niye şu story’de beni etiketlemedi?” gibi sorular artık ilişkinin kaderini belirliyor. Duygusal güven yerine dijital teyit arıyoruz. Güveni karşılıklı çaba değil, iki mavi tik belirliyor.
Bu çağın en büyük yanılgısı ise şu:
İletişim arttıkça bağ güçleniyor sanıyoruz.
Oysa aslında sadece “gürültü” artıyor.
Partnerler birbirini anlamak yerine birbirinin profilini inceliyor. Bir tartışmanın çözümü yüz yüze konuşmak değil, story atarak mesaj vermek hâline geldi. İlişkiler pasif-agresif bir dijital oyuna dönüştü. Kim daha çok susacak, kim daha çok imalı paylaşım yapacak, kim daha çok görmezden gelecek… Aşk bile bir stratejiye dönüşmüş durumda.
Dahası, sosyal medya ilişkilerin doğasına “sahte seçenek bolluğu” enjekte etti. Eskiden insanlar bir ilişkide sorun yaşadığında çözmeye çalışırdı. Şimdi ilk kriz anında ekranı kaydır, mesaj kutusunu aç, yeni bir alternatif bul. Bu kolaylık değil; duygusal erozyondur. Emek kültürünü yok eder.
Bugün birçok ilişki daha başlamadan tükeniyor çünkü insanlar artık bağlanmayı bir risk olarak görüyor. Bağlanmak, dijital çağın gözünde “kontrolü kaybetmek” demek. Herkes güvensiz, herkes tedirgin, herkes tetikte. Oysa gerçek bağlanma özgürleştirir; sosyal medya ise zincirler.
İşin en kötüsü şu:
Dijital dünyada herkes mükemmel görünmek için savaşıyor; gerçek dünyada ise kimse sağlıklı ilişkiler kuramıyor. Çünkü kimse gerçek hâlini göstermeye cesaret edemiyor. Filtreler duygularımıza bile bulaşmış durumda.
Ve tüm bu karmaşa içerisinde en büyük zararı ilişkiler değil, insanlık görmeye başladı. Empati kayboluyor, sabır çöküyor, sadakat tüketim alışkanlığına dönüşüyor. Sevgiyi gösterişe, aşkı performansa, ilişkiyi istatistiğe indirgedik.
Belki de artık durup şunu sormanın zamanı geldi:
Mutluluğu paylaşmak için mi sosyal medya kullanıyoruz, yoksa sadece mutluymuş gibi görünmek için mi?
Gerçek ilişkiler hâlâ var. Offline hayat hâlâ nefes alıyor.
Ama biz ekranlardan başımızı kaldırmadıkça hiçbir ilişki, hiçbir sevgi ve hiçbir bağ uzun vadede ayakta kalamayacak. Çünkü dijital dünyanın tek kuralı şu:
Tüket, hızlı tüket, daha hızlı tüket.
Aşk ise tam tersi:
Emek ister, yavaş ister, yüz yüze ister.
Bu çağın en büyük ironi ise tam da burada:
Hız dünyasında herkes yavaş bir sevgi arıyor. Ama kimse yavaşlamıyor.