Unuttuğumuz kelimeler, unuttuğumuz kavramlar; terk etmişliğimizin görüntüsü, değişmişliğimizin habercisi, başkalaşmışlığımızın belirtisi. Günlük hayatta konuştuğumuz kelimeler, nasıl bir hâl ve hayat üzere olduğumuzun turnusolu...
Kanaat mesela...
Ne kadar da az kullanıyor ve konuşuyoruz! Neredeyse tedavülden kalktı. O gidince iktisat da gitti, bereket de. Bereketin olmadığı yerde huzur da olmaz, güven de. Güvenlik görevlileri artar, hukuk fakülteleri çoğalır, neredeyse her yere kamera takılır!
Huzur için Kalamış’a gitmek bile yetmez olur!
Yiyecekler çok, içecekler çok, giyecekler çok, temizlik maddeleri çok; çok şeyler çok… Çokluk zamanı! Kanaat olmayınca bunca çok şey az şeye yarıyor, şikayet çoğalıyor!
Hükûmetten şikayet, patrondan şikayet, pazardan şikayet, fiyatlardan şikayet, öğretmenden şikayet, öğrenciden şikayet… Uzayıp giden şikayetler...
Ya kendinden şikayet eden?
“Kanaat ve iktisat üzere olmadım, yeterince çalışmadım, tevekkül ve sabır gösteremedim.” diyen ne kadar var çevremizde?
Önce biz o hâl üzere miyiz?
“Kanaat, tükenmez bir hazinedir”e iman az olunca hâl bu oluyor. Şikayet çığırtkanlığı kulakları tırmalıyor, aklı meşgul ediyor, kalbi karartıyor, içe ümitsizlik veriyor...
İyiliği de kötülüğü de devletten bilme derekesine getiriyor! Yeni yeni paganlar üretiliyor, kırılganlık artıyor, kurbanlar veriliyor...
O kadar hastane, o kadar doktor, “Şöyle beslenin, şöyle yapın.” kabilinden yüzlerce, binlerce video geziyor...
Nafile!
Lokantalar sokakları işgal etti, dışarıda yemek normal oldu. Ayakta, yürüyerek sol elle şunu içmek yadırganmaz oldu. Hani göz hakkı, hani nazar?
Kanaat gidince edep de gitti. Maddi ve manevi hastalıklar ne diye arttı, biraz düşünelim artık! Sistemden, şundan bundan önce kendimize bakalım; kendimizi hedef alalım, yanlışımızı görelim, düzeltme yoluna gidelim.
“Kişinin kendi kusurunu görmesi büyük irfandır.”
İrfan medeniyetinin çocukları idik; bu ne hâl böyle? Deyip iğneyi de çuvaldızı da önce kendimize batıralım. Dayatmalara direnmek böyle başlar; sonra halka halka yayılır, toplumu, ülkeyi, dünyayı kuşatır...
Dünyaya hâkim sistemin kurbanı olmak istemiyor, kısa ömrü heder etmek istemiyorsak; okumalı, düşünmeli, araştırmalı, kendini bilmeli, insanı tanımalı, hayatı kavramalı, hayatı hayatı verenin istikametinde kullanmalıyız.
Bilhassa ey gençler; okumada, düşünmede, araştırmada kanaat etmeyin. O zaman kanaati, iktisadı, tevekkülü, sabrı, edebi, irfanı anlar; “irfan medeniyetini” ihya edersiniz, vesselam.