Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Dünden belli

Yazının Giriş Tarihi: 06.09.2025 06:31
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.09.2025 18:32

25 yıl önce aramızdan ayrılan Nuri Arlasez önemli bir sanat insanı, duyarlı bir koleksiyoner, medeniyet adamı; kurtardığı eserleri bugün çok sayıda sanatsever izliyor, takip ediyor.

Vefa olarak "Yazma peşinde bir ömür" sergisi Topkapı Sarayı’nda açılması yaptığı işin ciddiyetini, önemini gösteriyor, kubbenin boş olmadığını da! Zira o, bir nevi tarihi kurtaran adam!

Arlasez, paha biçilemez yazma eserleri çöplüklerden kurtarmasıyla tanınıyor. Onun Topkapı Sarayı ve Süleymaniye Kütüphanesi bağışları bugün her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret ediliyor. Aynı zamanda Arnold Toynbee dosttur.

Beşir Ayvazoğlu’nun Arlasez’den pek çok hatıra naklettiği kitabı “Nuri Arlasez’in Saklı Hayatı”’nda şöyle bir hatıra anlatır: “Arnold Toynbee, Türkiye’ye her gelişinde Nuri Bey’le buluşur, İstanbul’u ve Türkiye’yi birlikte gezerler. Nuri Bey, değerli dostunu bir seferinde de Antalya’ya götürür. Çevrede gezerken yolları şehre 70-80 kilometre mesafedeki bir Türkmen köyüne düşer. Yorulmuş ve acıkmışlardır. Bir kahve görür, geçip otururlar. Kendilerini ‘Hoş geldiniz, safalar getirdiniz!’ diyerek karşılayan nur yüzlü ihtiyar, kahvenin sahibidir. Nuri Bey içinden gelerek elini öptüğü bu ihtiyara, ‘Babacığım,’ der, ‘çok acıktık, lütfen çaresine bakabilir misin?’ İhtiyar, ‘Oğul,’ der, ‘yeter ki sen fukaranın olanına katlan! Nemiz varsa senindir. Yalnız Rabbim yoktan var eder. Onu bizden bekleme!’

Nuri Bey, ihtiyar kahvecinin bu bilgece sözlerini tercüme edince çok şaşıran Toynbee, ‘Belli ki hikmete âşık bir adam, hakiki bir filozof!’ der. İhtiyar biraz sonra çok güzel yiyecekler getirir, fakat misafirlerinin bütün ısrarlarına rağmen para kabul etmez, der ki: ‘Taa nerelerden kalkıp bu kuş uçmaz, kervan geçmez yere gelip gönlümüze neş’e ve ferahlık verdiniz. Üstüne bir de para mı vereceksiniz? Ne parası?’

Nuri Bey, para ödemekte ısrar edince ihtiyarın sitemkâr bir ifadeyle söylediklerini ömrünün sonuna kadar unutmayacaktır: ‘Bak oğul, misafirimizsin. Daha fazla ısrar edersen paranı kabul etmek zorunda kalacağız. Neş’emizi bu kahpe para için kaçırmaya değerse, ver!’ Israrından vazgeçen Nuri Bey, Türkmen kocasının bu sitemli ve bilgece sözlerini de Toynbee’ye aynen tercüme eder.

Gözleri yaşaran büyük İngiliz, ‘Lütfen söyleyeceklerimi aynen tercüme ediniz’ dedikten sonra şöyle devam eder: ‘Bize kelimenin en kuvvetli mânâsıyla bir insanlık dersi verdi. Bu borcu hiçbir zaman eda edemeyeceğiz. Dünyaları ayakta tutan, her memlekette gizli kalmış bu gibi kahramanlardır. Bunların yüzü suyu hürmetine memleketler ayakta kalır. Bunlara İncil’de “Toprağın tuzu” denilmiştir. Biz sanayileşirken büyük hatalar yaptık. Maddî servet pahasına bütün bu değerleri kaybettik. Siz de aynı tehlikeyle karşı karşıyasınız. Bizden ders alın. Hayatta sizi her zaman minnet ve şükranla hatırlayacağız!’

Beşir Ayvazoğlu kitapta Nuri Arlasez’den naklederek şu ibretli hatırayı da anlatır: Nuri Bey, bunları anlattıktan sonra, kime ait olduğu bilinmeyen (lâedrî) harikulâde bir beyti okumuştu: Her çâhta bir Yûsuf-i gümgeşt nihandır / Hayfâ ki nazar sahibi yok kafilelerde

“Her kuyuda kaybolmuş bir Yusuf gizlidir; ne yazık ki gelip geçen kafilelerde onu keşfedecek nazar sahipleri yok” anlamına gelen bu beyitte Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf kıssasına telmihte bulunulmaktadır.

Nuri Bey, beyti okuduktan sonra, “O ihtiyar gibi ne gizli kahramanlar tanıdım evlâdım,” diye eklemişti:
“Onlar, altı yüz yıllık irfanın anahtarını ellerinde tutan, meş’alesini taşıyan insanlardı ve hepsi kravat takmadıkları, otururken ayaklarını altlarına aldıkları için çöplüğe atılmışlardı. Çöplüğe atılmadık kıymet kalmamıştı.”

Nuri Bey’e artık sorulması gerekeni sormalıydım: “Efendim, sizin yazma kitap, ferman, vakfiye, işleme vb. toplayarak binlercesini yok olmaktan kurtardığınızı biliyoruz. Bu iş nasıl oldu, nasıl başladınız?”

Nuri Bey’in yüzünde hüzünlü bir ifade belirmiş ve biraz düşündükten sonra anlatmaya başlamıştı: “Devir pozitivizm devri evlâdım. Geçmişin bütün kıymetleri düşman ilan edilmiş. Sizler bilmezsiniz, benim ömrüm küçük yaşlardan itibaren yeni devrin çöplüklerinde geçti. Harf inkılâbı sırasında Galatasaray’da okuyordum. Girişte altı metre boyunda nefis bir kitabe vardı, ilk iş olarak onu söktüler. İçim isyanla doldu. Ortalıkta bir dehşet havası kol geziyordu. Babadan dededen kalma kitapları yakanlar mı ararsın, gömenler mi ararsın! Bugün paha biçilemeyecek kitaplar o zaman kaldırımlarda sürünüyordu.

Bir gün Beyazıt Meydanı’nda, bir yer sergisinde güzel bir yazı gördüm, alıp baktım, Sultan II. Bayezid’in vakfiyesi... Yazıyı inceleyince dehşete düştüm, çünkü bu Şeyh Hamdullah hattıydı. Misyonumu o gün fark ettim, nâdanların elinden kurtarabildiğim kadarını kurtaracaktım. Yemek yemeyip mini minnacık bütçemle bunları satın almaya başladım. Şimdi bir tanesi bile insanı milyarder eder, düşünebiliyor musun? Kendi kendime dedim ki, ‘Bu bir emr-i hayr olacak, aç da kalsan açıkta da kalsan, zinhar satmak yok! Geçim başka yoldan.’ Böyle böyle, paha biçilemez cinsten sayısız eser topladım. Yazma kitaplar, fermanlar, vakfiyeler, hilyeler, levhalar, işlemeler...”

Evet, ne günler yaşamış, ne devirler görmüşüz. Anlaşılmayacak bir şey var mı? Bugünkü hâlimiz dünden belli değil mi?

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.