Hekim; iyi niyetle hastayı görmeden ilaç yazıyor, hasta ölüyor, doktor dövülüyor...
Hekim; hastayı görmeden ilaç yazamam, kural böyle diyor, şiddet görüyor...
Bu durumda siz "Hekim" olsaydınız;
Hekimlerin en çok taciz edildiği; "ilacımı yazar mısınız" ile başlayan ve hekime "yakınımı getiremedim, şu ilaçları yazar mısınız" ile devam eden işlemler ile "bir yakınıma rapor lazım diyerek" suiistimali tavan yaptıran hasta davranışlarıdır.
Hekimliğin ana ilkesi; "Önce zarar vermedir." Hekim öncelikle hastanın fayda görmesi için çalışır. Ama hekimlerimiz ne yapacağını şaşırdı. Ayrıca hastalardan şiddet görmemek adına iyi niyet ile işlem yapan hekimlerimizin birçoğu da adliye koridorlarında yalnız başlarına kalıp mahkemelerde yargılanıyorlar...
"REÇETE VE RAPOR DÜZENLENMESİ İLE İLAÇ YAZILMASI" SÜRECİ NASIL OLMALI:
Reçete; hekimin imzasını taşıyan, bedelini ister devlet ödesin ister hasta cepten ödesin, her şekilde hekime hukuki sorumluluk yükleyen resmi belgedir. Reçeteye resmilik kazandıran ilke; hekimin yaptığı görevin kamusal görev olması ile ilgilidir. Hekimin reçete düzenlemesi çeşitli mevzuatlar ile düzenlenmiştir. 1960 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile düzenlenen "Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinin" ikinci kısmı hekimlerin hastalar ile olan ilişkilerini düzenlemekte ve
Ama Türk Tabipleri Birliği Kanunun 59.maddesinin "g" fıkrasındaki yetkiye göre Tabipler Birliği tarafından hazırlanan "Hekimlik Mesleği Etiği Kurallarının" 23. Maddesi "Hekim, acil vakalar gibi zorunlu durumlar dışında, hastasını bizzat muayene etmeden tedavisine başlayamaz." Diyerek muayenesiz tedaviye yasak getirmiştir. Ayrıca Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü 08 Temmuz 2011 tarih/29851 sayılı tedavi sürecinde "Kimlik Tespiti" konulu duyurularında bu hususu düzenlemiş;
SONUÇ: Düzenlemelere göre hekimin hastayı görmeden reçete düzenlemesi usule aykırıdır.
HASTAYI GÖRMEDEN YAPILAN İŞLEMLERDE HEKİMLERİN DÜŞTÜĞÜ DURUMLARA ÖRNEKLER:
Hastasını görmeden iyi niyetle işlem yapan hekimler ise zorlu hukuki süreçler yaşamaktadır.
Ulusal Aile Hekimliği Kongresindeki "Aile Hekimliğinde Raporlar, Hukuki Sorumluluklar ve Malpraktis" konulu oturumda konuşmacı olan İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Bilim Dalı öğretim Üyesi Prof. Dr. Şevki Sözen; hekimlerin hastayı görmeden işlem yaptığında nasıl zorda kaldığını gösteren örnekler veriyor. Hocamızın arşivinden ders alınması gerekli örneklere bir bakalım;
Hekimlik; o kadar zor, o kadar riskli ve anlık karar vermeyi gerektiren bir meslektir, tek amacı ise hastaya faydalı olmak ve mutlu etmektir. Hiç düşündünüz mü; "bir gün komada hastaneye başvurursun, hekim; bacağını keser, damarını çıkartıp kalbine bağlar, ölümden kurtulursun, işte o an kendine soruyor musun "yeni hayata başlıyorum, acaba bedeli kaça diye..."
Batı’dan ithal eğitimle yetişen nesillerin karşısında, kendi medeniyet değerlerinden bihaber bir toplum silueti yükseliyor. Oysa eğitim; sadece bilgi değil, karakter ve ahlâk da inşa eder. Bu topraklara, bu millete ait bir maarif modeli kurulmadıkça, çürüme sadece derinleşecektir. Bir milletin isti
(Kültür Köklerimizdir, Bayramlar Da Bu Köklerin Çiçek Açtığı Zamanlardır) Bir milletin hayatiyeti; toprağında değil, toprağa bağlılığında; yaşadığı çağda değil, çağlar ötesine uzanan köklerinde gizlidir. Örf ve adetler, kültür ve gelenek dediğimiz o manevi damarlar, bir milleti geçmişten geleceğe
Tasavvufun bazı meşreplerinde “vahdet-i vücud” anlayışı, tarih boyunca birçok münakaşaya konu olmuştur. Bu meşrep, “hakikî vücut yalnız Allah’a aittir; diğer varlıklar gölge, hayal veya vehimdir” şeklinde özetlenebilir. Mevlânâ Câmî’ye nispet edilen şu beyit, bu düşünceyi veciz biçimde dile getirir:
Kur’ân-ı Kerîm, yalnızca geçmiş kavimlerin ibretlik kıssalarını anlatmaz; aynı zamanda bugünü ve yarını da aydınlatır. İsra Suresi’nin beşinci ayeti bu hakikate işaret eden çarpıcı bir misaldir: “Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü ola
Geçtiğimiz günlerde açıklanan PKK’nın fesih bildirisi, sadece bir örgütün dağılması değil; Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hafızasında derin izler bırakmış bir devrin kapanışı olabilir. Elbette bu tür tarihî dönemeçler sadece belgelerle değil, bakış açılarıyla da anlam kazanır. Uluslararası çevrele
Dünya, mazlumun sessiz çığlığına sağır kalmış bir hâlde… Savaşların, çatışmaların ve insanlık dramlarının neredeyse sıradanlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Modern zamanın en büyük çelişkisi şudur: Medeniyetin zirvesinde olduğunu iddia eden insanlık, hâlâ en ilkel yöntemlerle birbirini yok etmeye çalışıy