Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Iklim Krizi

Bursa Hayat Gazetesi - Iklim Krizi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Iklim Krizi haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Nilüfer’de gençler “İklim Krizi ve Doğa Etkinliği”nde buluştu Haber

Nilüfer’de gençler “İklim Krizi ve Doğa Etkinliği”nde buluştu

Nilüfer Belediyesi, Nilüfer Kent Konseyi ve Bir Bulut Olsam Derneği iş birliğiyle Fadıllı Havacılık ve Doğa Sporları Merkezi’nde düzenlenen “İklim Krizi ve Doğa Etkinliği”, gençlerin çevre bilincini artırmayı hedefleyen kapsamlı bir organizasyon olarak dikkat çekti. Etkinlik boyunca doğada vakit geçiren gençler; takım oyunları, doğa aktiviteleri ve geri dönüştürülebilir malzemelerden kukla yapımı gibi atölyelere katıldı. ATÖLYELERDE GERİ DÖNÜŞÜM BİLİNCİ PEKİŞTİ Geri dönüştürülebilir malzemelerle gerçekleştirilen yaratıcı atölye çalışmaları, gençlerin hem eğlenmesini hem de çevre konusunda daha bilinçli hale gelmesini sağladı. Doğada düzenlenen ekip oyunları ise katılımcılara çevre ile uyumlu yaşamın önemini gösterdi. Etkinliğin söyleşi bölümünde gençlerle buluşan Nilüfer Belediye Başkan Yardımcısı Zerrin Güleş, iklim krizi ve çevre politikaları üzerine kapsamlı bir sunum yaptı. ÖNCÜ ATIK YÖNETİMİ UYGULAMALARI Güleş, gençlerin merak ettiği atık yönetimi konusunda Nilüfer Belediyesi’nin yıllardır örnek teşkil eden uygulamalar yürüttüğünü belirtti. Henüz mevzuat çıkmadan ambalaj atıklarını çöpten ayrı toplamaya başladıklarını hatırlatan Güleş, farklı türdeki atıkların Toplama Ayırma Tesisi’nde cam, kağıt, plastik ve metal olarak ayrıldığını ve her malzemenin ayrı dönüştürücülere gönderildiğini ifade etti. 14 TÜR ATIK, MERKEZDE AYRI TOPLANIYOR Nilüfer Belediyesi Atık Getirme Merkezi’nin 2020 yılından bu yana Alaaddinbey Ek Hizmet Binası kampüsünde hizmet verdiğini hatırlatan Güleş, burada 14 farklı atığın lisanslı firmalar aracılığıyla güvenli şekilde bertaraf edildiğini söyledi. Tekstil, elektronik, pil, akü, motor yağı, tıbbi atık ve bitkisel yağların bu merkezde ayrı toplandığını aktararak, özellikle bitkisel atık yağların çevreye verdiği büyük zararlara dikkat çekti. BİTKİSEL ATIK YAĞLAR BİYODİZELE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR Güleş, lavaboya dökülen bitkisel yağların kanalizasyonu tıkadığını, toprağa karıştığında yeraltı sularını zehirlediğini ve yangın riskine yol açtığını belirterek; su yüzeyinde oluşturduğu film tabakasının su altı yaşamını yok ettiğini söyledi. Belediye tarafından toplanan bu yağların çevreci bir alternatif yakıt olan biyodizele dönüştürüldüğünü de vurguladı. “KÜRESEL SICAKLIK ARTIŞINI SINIRLAMAK İÇİN ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ ŞART” Söyleşide iklim krizinin etkilerini değerlendiren Güleş, artık yalnızca bir “iklim değişikliği” değil, günlük yaşamı doğrudan etkileyen bir iklim krizi içinde olduğumuzu söyledi. Su yoksunluğu, sel, yangın ve fırtına gibi aşırı hava olaylarının bunun bir sonucu olduğunu belirtti. Uluslararası hedefin küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlandırmak olduğunu hatırlatan Güleş, bunun için fosil yakıt kullanımının azaltılması, ulaşım modellerinin yeniden ele alınması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması gerektiğini söyledi. NİLÜFER’DE KOMPOST ÜRETİMİ YAYGINLAŞIYOR Nilüfer Belediyesi’nin sürdürülebilirlik çalışmalarına değinen Güleş, pazarlardan toplanan sebze-meyve atıkları ile belediye binalarından çıkan çay ve kahve posalarının kompost tesisinde dönüştürüldüğünü aktardı. Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün budama atıklarının da kompost yapımında kullanıldığını belirterek, üretilen kompostun toprak kalitesini artırdığını ve isteyen vatandaşlara ücretsiz verildiğini söyledi. GENÇLERE ÇAĞRI: “YEREL YÖNETİMLERİ ÇALIŞTIRIN” Konuşmasının sonunda gençlere sorumluluk alan bir çağrıda bulunan Güleş, sosyal medya ve dijital kanallar aracılığıyla çevre sorunlarını belediyelere iletmelerini istedi. Yerel yöneticilerin gençlerin taleplerine büyük önem verdiğini vurgulayan Güleş, gençlerin aktif katılımının iklim mücadelesi için hayati olduğunu ifade etti. FARKINDALIK DOLU BİR GÜN Nilüfer’de düzenlenen etkinlik, gençlere hem doğayla iç içe bir gün yaşattı hem de iklim krizi ve geri dönüşüm konularında derinlikli bir farkındalık kazandırdı. Belediyenin sürdürülebilirlik alanındaki çalışmaları ve gençlere yönelik açık çağrısı, Nilüfer’in çevre politikalarında öncü rolünü bir kez daha ortaya koydu.

Kestel OSB’de parsel tahsis süreleri ve yatırım disiplini konuşuldu Haber

Kestel OSB’de parsel tahsis süreleri ve yatırım disiplini konuşuldu

MÜSİAD Bursa Şube Başkanı Alparslan Şenocak ve yönetim kurulu üyeleri, Kestel OSB Yönetim Kurulu Başkanı Cem Hısımcıl ile bir araya geldi. Görüşmede, OSB Uygulama Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler kapsamında tahsisli parsellerde yapı ruhsatı ve üretime geçme sürelerinin dolması ile ek süre taleplerinin ücrete tabi olması ele alındı. Şenocak, “Devletimizin yatırım yapılmayan parselleri ekonomiye kazandırma iradesini doğru buluyoruz. Ancak sanayicimiz yüksek faizler ve finansmana erişimdeki kısıtlamalar nedeniyle zorlu bir süreçten geçiyor. Bu nedenle sanayicimize esneklik tanınması, üretimin sürdürülebilirliği açısından hayati önem taşıyor” dedi. Kestel OSB Başkanı Cem Hısımcıl ise sanayicilerin hak kaybı yaşamadan üretime devam etmesi için bölge yönetimi olarak tüm desteği verdiklerini belirtti. BARAKFAKİH OSB’DE SU GÜVENLİĞİ VE İKLİM KRİZİ MASAYA YATIRILDI BOSAB ziyaretinde gündem, sanayinin en kritik girdilerinden biri olan proses suyu oldu. Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan Akyıldız, sanayicinin üretim çarklarının dönmesi için suyun önemine dikkat çekerek DSİ onaylı ilave proses suyu hattı projesinde sona gelindiğini ve 2026 Nisan ayında hizmete alınacağını açıkladı. Akyıldız ayrıca, Yeşil Çevre Arıtma Kooperatifi ile yürütülen ‘Proses Suyu Geri Kazanım’ projesinin, hem yeraltı su kaynaklarının korunmasına hem de tarımsal sulamaya daha fazla pay bırakılmasına katkı sağlayacağını ifade etti. MÜSİAD Bursa Başkanı Alparslan Şenocak, BOSAB’ın su arzı ve geri kazanım yatırımlarını takdirle karşıladıklarını belirterek, “Sanayi üretiminde su güvenliği, enerji arz güvenliği kadar stratejik bir meseledir. Bu vizyoner adımlar, Bursa sanayisinin sürdürülebilirliği için umut vericidir” dedi. SANAYİCİNİN SESİ YATIRIMLARDA ÖNEMLİ ROL OYNUYOR Ziyaretlerde sanayicilerin yatırım taahhütleri ve karşılaştıkları finansal zorluklar gündeme gelirken, MÜSİAD Bursa ve OSB yönetimleri ortak çözüm arayışlarını sürdürme kararlılığı gösterdi. Sanayicinin üretim güvenliğinin sağlanması ve yatırımların sürdürülebilirliği için atılan adımlar, bölgedeki ekonomik canlılığın korunmasına katkı sağlıyor.

Sürdürülebilir su yönetimi giderek daha kritik hale geliyor Haber

Sürdürülebilir su yönetimi giderek daha kritik hale geliyor

İklim değişikliği, kuraklık ve tatlı su kaynaklarının hızla tükenmesi, dünyayı sürdürülebilir su yönetimi konusunda acil çözümler aramaya zorluyor. Bu noktada “su ayak izi” kavramı, çevre politikalarının merkezine yerleşiyor. Su ayak izi; bireylerin, işletmelerin ya da ürünlerin doğrudan ve dolaylı su tüketimini ifade ediyor. Tarımsal üretimden sanayiye kadar birçok alanda kullanılan bu kavram, görünmeyen ancak oldukça etkili bir su kullanımını ortaya koyuyor. BİR TİŞÖRT 2.500 LİTRE SUYA MAL OLABİLİYOR Çevre Yapı Arıtma Sistemleri Yönetim Kurulu Başkanı Çağlar Özçelikler, konuyla ilgili yaptığı açıklamada su ayak izinin çarpıcı boyutlarına dikkat çekti: “Bir tişört üretmek için ortalama 2.500 litre, bir hamburger için ise yaklaşık 2.400 litre su tüketiliyor. Bu rakamlar, görünmeyen ama gezegenimizi tehdit eden büyük bir tüketimi gözler önüne seriyor.” KURAKLIKLA MÜCADELEDE SU AYAK İZİNİ AZALTMAK ŞART Özçelikler, özellikle sanayi tesisleri ve yerel yönetimlerin bu konuda proaktif davranması gerektiğini vurguladı. Su kaynaklarının hızla azaldığı bir dünyada, verimli kullanım ve sürdürülebilir sistemler artık lüks değil, zorunluluk haline geldi. “Endüstriyel tesislerde suyun verimli kullanımı hem doğayı korur hem de işletmelerin maliyetlerini azaltır. Yerel yönetimler için ise bu konu, halk sağlığı ve doğal kaynakların korunması açısından stratejik bir öneme sahiptir.” SUYU GERİ KAZANMAK MÜMKÜN: UYGULANABİLİR ÇÖZÜMLER Çağlar Özçelikler, su ayak izini azaltmanın mümkün olduğuna dikkat çekerek şu çözüm önerilerini sıraladı: Geri dönüşümlü ve verimli su arıtma sistemleri Tarımda damla ve modern sulama tekniklerinin kullanımı Su tasarruflu cihaz ve teknolojilerin tercih edilmesi Gri su geri kazanımı ve yağmur suyu toplama sistemlerinin yaygınlaştırılması “Su arıtma teknolojilerine yapılan yatırımlar kısa vadede maliyetli gibi görünse de uzun vadede hem çevresel hem de ekonomik büyük faydalar sağlar.” “SUYUN HER DAMLASINI YENİDEN KAZANMAK İÇİN ÇALIŞIYORUZ” Çevre Yapı Arıtma Sistemleri olarak bugüne dek birçok özel sektör ve yerel yönetimle su arıtma tesisleri kurduklarını belirten Özçelikler, sözlerini şöyle tamamladı: “Suyun her damlası değerlidir ve biz bu damlaları yeniden kazanmak için çalışıyoruz. Su ayak izimizi küçültmek, çocuklarımıza bırakacağımız en değerli mirastır. Biz bu miras için bugünden sorumluluk alıyoruz.”

İklim krizine karşı İznik Gölü’nden dikkat çeken farkındalık çalışması Haber

İklim krizine karşı İznik Gölü’nden dikkat çeken farkındalık çalışması

Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Sürdürülebilirlik Koordinatörlüğü tarafından düzenlenen etkinlikte, iklim krizinin etkilerine karşı güçlü bir farkındalık mesajı verildi. Etkinliğe BUÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cafer Çiftçi, akademisyenler, idari personel ve öğrencilerin yanı sıra, BUÜ mezunu ve aynı zamanda Orhangazi doğumlu olan Op. Dr. Tevfik Güngör de katıldı. GÖLÜ YÜZEREK GEÇTİ, KURAKLIĞA DİKKAT ÇEKTİ Op. Dr. Tevfik Güngör, azalan su seviyesine dikkat çekmek amacıyla İznik Gölü’nü kıyıdan kıyıya yüzerek geçti. Bu anlamlı hareketiyle hem göl çevresinde yaşayanlara hem de Türkiye genelinde milyonlara mesaj verdi. Göle girmeden önce açıklama yapan Güngör; “Eğer önlem alınmazsa İznik Gölü’nün önemli bir kısmını, hatta tamamını kaybetme riskiyle karşı karşıyayız. Bu sadece bölge halkını değil, Bursa ve İstanbul’un içme suyunu da doğrudan etkileyecek” dedi. BUÜ: SADECE ÜNİVERSİTE DEĞİL, ŞEHRİN NABZI Etkinlikte konuşan BUÜ Sürdürülebilirlik Koordinatörü Doç. Dr. Yasemin Kaya, Bursa’nın iklim değişikliğine karşı kırılgan yapısına dikkat çekerek; “Bu yaz yaşanan kuraklık ve orman yangınları su kaynaklarını ciddi şekilde etkiledi. Üniversite olarak sadece akademik çalışmalarla değil, çevresel farkındalıkla da topluma dokunmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı. “İZNİK GÖLÜ RİSK ALTINDA” BUÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cafer Çiftçi ise su krizinin küresel ölçekte ciddi bir tehdit haline geldiğini belirterek; “İznik Gölü, sadece bir doğal kaynak değil; aynı zamanda bu bölgenin üretim ve yaşam kaynağı. Kuraklık ve bilinçsiz su tüketimi nedeniyle göl her geçen yıl biraz daha çekiliyor. Bu etkinlikle hem öğrencilerimize hem de topluma bir çağrı yapmak istedik” dedi. GÖL HALKINDAN ÜNİVERSİTEYE TEŞEKKÜR Etkinliğin sonunda karşı kıyıya ulaşan Op. Dr. Güngör, BUÜ’nün bu hassas konuda gösterdiği duyarlılığı takdirle karşıladığını belirterek, “Ben bir BUÜ mezunu olarak göl halkı adına üniversitemize teşekkür ediyorum” dedi. GEÇ KALMADAN HAREKETE GEÇİLMELİ Etkinlik, göl kıyısında yapılan toplu fotoğraf çekimi ve hatıra konuşmalarıyla son buldu. Katılımcılar, farkındalık yaratmaya devam edeceklerini belirterek benzer organizasyonların artarak sürmesi gerektiğini dile getirdi.

"Karadeniz Akdenizleşebilir" Haber

"Karadeniz Akdenizleşebilir"

Uzmanlar deniz suyu sıcaklıklarındaki artış dolayısıyla Akdeniz'den Karadeniz'e yayılan deniz canlılarının ekosistem dengelerini olumsuz etkileyerek Karadeniz'i "Akdenizleştirebileceğini" belirtiyor. AA'nın iklim krizinin balıkçılık sektörü üzerindeki etkilerine yönelik hazırladığı haber dosyasının üçüncü bölümünde, denizi suyu sıcaklıklarında artış nedeniyle Akdeniz'den Karadeniz'e doğru yayılım gösteren balık ve diğer deniz canlılarının ekosisteme etkileri ele alındı.  Avrupa Birliği’ne bağlı Copernicus İklim Değişikliği Servisi verilerine göre küresel ortalama deniz yüzeyi sıcaklığı Mart ayında 21,07 derece ile rekor kırdı. Ayrıca günlük ortalama deniz yüzeyi sıcaklığının en sıcak olduğu 100 günün 94'ü, 2024'te yaşandı. Küresel deniz yüzeyi sıcaklığındaki artışın benzeri Türkiye'yi çevreleyen sularda da görüldü. Türkiye'nin denizlerinde 2023 yılı ortalama sıcaklığı, uzun yıllar ortalamasının üzerinde ölçüldü. Karadeniz'de 1970-2023 ortalaması 15,3, 2023 yılı ortalaması 16,8; Marmara Denizi'nde 1970-2023 ortalaması 15,7, 2023 yılı ortalaması 17,6; Ege Denizi'nde 1970-2023 ortalaması 18,7, 2023 ortalaması 20,5; Akdeniz'de 1970-2023 ortalaması 21,5, 2023 yılı ortalaması 22,6 olarak hesaplandı. Denizlerdeki ısınmanın deniz canlılarına etkisine ilişkin AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Deniz ve İçsu Kaynakları Yönetimi Bölümü Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Onur Gönülal, iklim değişikliği ve deniz suyundaki ısınmanın, deniz ekosistemlerinde önemli değişikliklere neden olduğunu, Kızıldeniz'e uygun olan türlerin Akdeniz, Marmara ve Karadeniz’e kadar yayılmasının büyük ölçüde bu etkiden kaynakladığını söyledi. Yabancı türlerin sayısının her geçen yıl arttığını ve 2020'de yapılan bir çalışmaya göre Türkiye genelinde 539 yabancı tür bulunduğunu aktaran Gönülal, "Karadeniz’de yabancı türlerin sayısı 30’a yaklaşırken ve Marmara’da da bu sayı 100’u çoktan geçti. Ege Denizi’nde 253, Doğu Akdeniz’de ise 413 yabancı tür bulunuyor." dedi. Yayılımın bu hızla devam etmesi durumunda yabancı türlerin sayısının yerli türleri geçmesinin muhtemel olduğunu ifade eden Gönülal, deniz suyundaki ısınma bu kadar yüksek olmasaydı yabancı tür sayısının muhtemelen 100-150 civarında kalacağı, artan sıcaklığın yabancı türlerin yayılım hızını 5-6 kat artırmış olabileceği değerlendirmesinde bulundu. "BALIKÇILIK SEKTÖRÜNDE EKONOMİK KAYIPLARA NEDEN OLABİLİR" Yabancı türlerin yayılımının, yerli türlerle rekabet oluşturarak ekosistem dengesini etkilediğini, bunun yalnızca Türkiye'nin değil, dünyadaki birçok ülkenin sorunu olduğunu vurgulayan Gönülal, şöyle devam etti: "Karadeniz'de yavaş yavaş bir Akdenizleşme eğilimi gözlemleniyor, bu durum sadece yabancı türlerle sınırlı değil. Sıcaklık artışı, Akdeniz ve Karadeniz arasındaki sıcaklık farklarının azalması bazı türlerin yayılmasına olanak tanıyor. Akdeniz ve Karadeniz ekosistemleri birbirinden farklıdır ancak sıcaklık artışıyla birlikte Akdeniz ve Ege’ye özgü balık türlerinin Marmara'ya, Karadeniz'e doğru yayılmaya başladığı görülüyor." Karadeniz ve çevresindeki bölgelerde yabancı türlerin hızla yayılmasının büyük bir sorun teşkil ettiğini dile getiren Gönülal, son yıllarda Marmara ve Karadeniz’de hızlı yayılım gösteren, ekonomik değeri yüksek türler olduğu ve mavi yengeç (Callinectes sapidus) ile 2 farklı jumbo karides türünün (Penaeus aztecus ve Penaeus pulchricaudatus) bunların arasında yer aldığı bilgisini paylaştı. Karadeniz'de yayılım gösteren ekonomik türlerin, yerli türlerle besin kaynakları açısından rekabet etmesinin ekosistem dengelerini bozabileceği uyarısında bulunan Gönülal, "Bu rekabet, hamsi, mezgit ve barbun gibi ekonomik açıdan önemli türlere dayanan balıkçılık sektöründe ekonomik kayıplara neden olabilir. Yeni gelen türlerin tanınmaması ve tüketicilerin bu türlere alışkın olmaması olumsuzluklara yol açar." diye konuştu. Deniz kirliliği ve aşırı avlanmanın da ekosistem dengesini bozarak yabancı türlerin faaliyetlerini hızlandırdığından bahseden Gönülal, ekonomik değeri olsun ya da olmasın yabancı türlerin avcılığının koordineli bir şekilde yönetilerek teşvik edilmesi, yerli stokların korunması ve kota uygulanması tavsiyelerinde bulundu. "TÜRLER AKDENİZLEŞME TEHLİKESİ ALTINDA" İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Dalyan, deniz suyu sıcaklıklarının artışı sonucunda yaladerma ve mırmır gibi Akdeniz balıklarının Karadeniz'de yayılım gösterdiğini, hızlı yüzen lambuka balığının ise Marmara Denizi’nden kayıtlarının geldiğini bildirdi. Söz konusu balıkların Atlanto-Akdeniz kökenli türler olduğuna işaret eden Dalyan, "Örneğin lambuka, kuvvetli bir pelajik avcıdır. Genellikle küçük balıkları avlayarak beslenir. Marmara'da bilinen pelajik türler arasında hamsi ve sardalya gibi geçit balıkları bulunuyor. Marmara’da lambukanın büyük popülasyonlarının oluşma ihtimali, geçit balıkları üzerinde baskı yaratabilir ve Karadeniz'den Kuzey Ege'ye senede iki defa gerçekleşen göç fenomenini derinden etkileyebilir." sözlerini sarf etti. Bir ekosisteme yeni bir türün dahil olmasının besin ağında değişikliklere yol açtığının altını çizen Dalyan, şunları söyledi: "Karadeniz gibi balıkçılığımızın büyük kısmının gerçekleştiği ve binlerce yılda oluşmuş bu deniz ekosistemindeki türler Akdenizleşme tehlikesi altında. Bu türlerin besin zincirindeki yerlerini ve ekosistem üzerindeki etkilerini anlamak şu an için mümkün değil çünkü veri eksikliği var. Karadeniz’in Akdenizleşmesi ile daha az hamsiyi tezgahlarda görebiliriz ve bu durum, ekonomik ve ekolojik değişikliklere neden olabilir. 'Akdenizleşme' kavramı, Akdeniz'in flora ve faunasının Karadeniz'e hakim olması, Karadeniz’in kendine özgü yapısının kaybolması anlamına geliyor. Bu durum 2 denizin biyolojik açıdan farklı yapılarının ortadan kalkmasına, ekosistem çeşitliliğinin kaybolmasına ve tek bir ekosistem haline gelmesine neden olabilir." Dalyan, ekosistemlerin tek tip haline gelmesi durumunda, oluşan negatif etkilerin tüm bölgeye yayılacağını, çeşitliliğin korunmasının, farklı ekosistemlerin varlığını sürdürebilmesinin ve bu ekosistemlerdeki değerlerin korunmasının büyük risk altına gireceğini kaydetti. İnsanlığın doğa üzerindeki etkisini mutlaka sınırlandırması gerektiğini ifade eden Dalyan, sözlerini şöyle tamamladı: "Gideceğimiz başka bir gezegen yok. Denizlere bıraktığımız kirlilik yükü azaltılmalı, deniz ekosistemlerinin korunması için çaba sarf edilmeli. Aşırı avcılık, kirlilik, sıcaklık artışı, ekosistemleri sağlıksız hale getiriyor ve hassas türlerin yok olmasına neden oluyor. Şehirleşme ile hızlı habitat ve kıyı kaybı gibi nedenler ekosistemleri ciddi strese sokuyor ve canlıların değişimlere adaptasyonunu zorlaştırıyor. Bu kapsamda, endüstriyel balıkçılığın yeniden düzenlenmesi, küçük balıkçının desteklenmesi, kirlilik baskısının azaltılması, deniz koruma alanlarının yaratılması ve Karadeniz’e ait olmayan türlerin takibi ve savuşturulması gibi faaliyetlerle mevcut ekosistemin korunmaya çalışılması çok önemli."

İklim krizi ve göç: Milyonlarca insan tehlike altında! Haber

İklim krizi ve göç: Milyonlarca insan tehlike altında!

Günümüz dünyasında iklim krizi, doğal yaşamı, ekosistemleri ve insanların yaşamını doğrudan tehdit eden küresel bir sorundur. Atmosferdeki sera gazlarının artışı, küresel ısınma ve iklim değişikliğine yol açarak çeşitli felaketlerin sıklığını ve şiddetini artırmaktadır. Bu süreç, özellikle iklim olaylarına maruz kalan bölgelerde yaşayan milyonlarca insanı doğrudan etkilemektedir. İKLİM KRİZİNİN GÖÇE ETKİLERİ: Kuraklık ve Su Kıtlığı: Kuraklık ve su kıtlığı, tarımsal üretimi olumsuz etkileyerek gıda güvensizliğine yol açmaktadır. Gıda güvensizliği, milyonlarca insanı göçe zorlayan en önemli faktörlerden biridir. Deniz Seviyesinin Yükselmesi: Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyı bölgelerinde yaşayan insanları sel ve fırtınalar gibi doğal afetlerin tehdidi altına bırakmaktadır. Bu da insanları daha güvenli bölgelere göç etmeye zorlamaktadır. Aşırı Hava Olayları: Kasırgalar, fırtınalar ve sel gibi aşırı hava olayları, altyapıyı tahrip ederek ve evleri yıkıma uğratarak insanları göçe zorlamaktadır. Çevre Kirliliği: Hava ve su kirliliği gibi çevre kirliliği, birçok insanın sağlık sorunlarına yol açarak onları göçe zorlamaktadır. GÖÇÜN ETKİLERİ: Ekonomik ve Sosyal Sorunlar: Göç, göç alan ülkelerde ve göç veren ülkelerde ekonomik ve sosyal sorunlara yol açmaktadır. Göç alan ülkelerde işsizlik, barınma ve eğitim gibi konularda sorunlar yaşanmaktadır. Göç veren ülkeler ise beyin göçüne ve işgücü kaybına uğramaktadır Siyasi İstikrarsızlık: Göç, siyasi istikrarsızlığa ve çatışmalara yol açabilir. Göç alan ülkelerde artan nüfus ve kaynak sıkıntısı, sosyal gerginlikleri ve çatışmaları tetikleyebilir. İnsan Hakları Sorunları: Göç eden insanlar, sömürü, insan ticareti ve diğer insan hakları ihlalleri gibi risklere maruz kalmaktadır. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: İklim Krizine Karşı Mücadele: İklim krizinin temel nedenini ele almak, göçün en etkili çözümüdür. Sera gazı emisyonlarını azaltmak ve küresel ısınmayı durdurmak için acil adımlar atılmalıdır. Göçmenlere Destek: Göçmenlere eğitim, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlarda destek sağlanmalıdır. Göçmenlerin topluma entegre olmaları ve yeni bir yaşam kurmaları için gerekli imkanlar sunulmalıdır. Uluslararası İşbirliği: Göç krizini çözmek için uluslararası işbirliği ve dayanışma şarttır. Göçmenlere ve göç alan ülkelere destek olmak için uluslararası bir çerçeve oluşturulmalıdır. SONUÇ: İklim krizi, küresel bir sorundur ve çözümü de küresel bir işbirliğiyle mümkündür. İklim krizinin göç üzerindeki etkisini azaltmak için acil adımlar atılmalıdır. Göçmenlere destek olmak ve göç krizini çözmek için uluslararası işbirliği ve dayanışma şarttır. Unutmayın: İklim krizi sadece bir çevre sorunu değildir, aynı zamanda bir insan hakları ve göç sorunudur. Bu sorunu çözmek için hep birlikte hareket etmeliyiz.

Dünyanın büyüyen yeni endişesi İklim değişikliği Haber

Dünyanın büyüyen yeni endişesi İklim değişikliği

İklim değişikliği, dünya genelinde giderek artan bir endişe kaynağı haline gelmiş durumda. Bilim insanları, iklim değişikliğinin başlıca nedeninin insan faaliyetleri olduğunu ve bu durumun gezegenimiz üzerinde olumsuz etkiler yarattığını belirtiyorlar. Bu bağlamda, uluslararası toplumun iklim değişikliğiyle mücadelede ortak çabaları ve politikaları büyük önem taşıyor. Paris İklim Anlaşması ve Uluslararası Çabalar 2015 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması, 195 ülkenin katılımıyla gerçekleşen tarihi bir adımdı. Anlaşma, küresel sıcaklık artışını 2°C'nin altında tutma hedefini ortaya koyarken, mümkünse 1.5°C'ye düşürme çabasını da içeriyor. Ülkeler, ulusal belirledikleri hedeflerle (Nationally Determined Contributions - NDCs) bu hedeflere nasıl ulaşacaklarını planlamakta ve düzenli olarak rapor vermektedirler. Örneğin, Avrupa Birliği (AB) 2030 iklim hedefleri çerçevesinde sera gazı emisyonlarını %40 oranında azaltmayı taahhüt etmiştir. Çin, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olarak, 2060 yılına kadar karbonsuz bir ekonomiye ulaşmayı hedeflemektedir. Hindistan ise enerji üretiminde yenilenebilir kaynakları artırarak sera gazı emisyonlarını azaltmaya çalışmaktadır. Ülke Bazında İklim Politikaları ve Başarı Öyküleri Ülkelerin iklim politikaları ve bu politikaların etkinliği, uluslararası alanda büyük önem taşımaktadır. Örneğin, Almanya'nın "Enerji Dönüşümü" (Energiewende) politikası, fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş sürecini kapsayan kapsamlı bir stratejidir. Bu politika çerçevesinde Almanya, fosil yakıt bağımlılığını azaltarak ve enerji verimliliğini artırarak sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltmayı başarmıştır. Diğer bir örnek ise İskandinav ülkeleri olan Norveç ve İsveç'tir. Bu ülkeler, büyük ölçüde hidroelektrik ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimine yatırım yaparak ve ulaşımda elektrikli araçların kullanımını teşvik ederek sıfır karbonlu ekonomiye doğru ilerlemektedirler. Gelecek İçin Yol Haritası ve Küresel İşbirliği İklim değişikliğiyle mücadelede başarı için küresel işbirliği hayati önem taşımaktadır. Bilim insanları, 2030 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonlarına ulaşmazsak, gezegenimiz üzerindeki olumsuz etkilerin ciddi şekilde artacağını belirtmektedirler. Bu nedenle, ülkeler arası işbirliği ve koordinasyon, iklim değişikliğiyle mücadelede etkili politikaların oluşturulması ve uygulanmasında kritik bir rol oynamaktadır. Sonuç olarak, Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası çerçeveler ve ülkelerin belirledikleri ulusal hedefler, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli adımlar sağlamaktadır. Ancak, ileriye dönük olarak daha kapsamlı ve etkin politikaların oluşturulması ve bu politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Küresel iklim krizine karşı ortak ve kararlı bir yaklaşım benimsemek, gelecek nesiller için sürdürülebilir bir dünya bırakma sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmemizi sağlayacaktır.

Marmara Denizi’nde en büyük tehlike kirlilik Haber

Marmara Denizi’nde en büyük tehlike kirlilik

Bursa Teknik Üniversitesinde görevli Prof. Dr. Mete Yılmaz, sorularımızı yanıtladı.  Prof. Dr. Mete Yılmaz,  Marmara Denizi’ne atılan atıklar arıtımdan geçirilerek denize bırakılırsa, Marmara Denizi’nin Karadeniz ve Akdeniz’den gelen su girdileri ile kısa sürede kendini toparlayacağını belirten  Bursa Teknik Üniversitesi’nde görevli Prof. Dr. Mete Yılmaz, “Şu anda Marmara Denizi’nde yine bir müsilaj tehdidi bulunuyor. 2021-2022’de görülen kadar bir müsilaj oluşumu yok. Fakat müsilajı oluşturabilecek potansiyel Marmara Denizi’nde her zaman mevcut. Bilindiği gibi müsilaj oluşumunda en büyük etken iklim değişikliğinden kaynaklı suların ısınması, bununla beraber denizin içerisinde oksijen oranının çok düşük oranda seyretmesi müsilaj oluşumunu tetiklediği düşünülen başlıca faktörlerden bir tanesi bunun yanı sıra Marmara Denizi’nde ki kirlilikte tabi ki oldukça etkili. Marmara Denizi’ne ciddi miktarda fosfor ve azot girdisi var bu da müsilaj oluşumunu tetikleyebiliyor. İklim değişikliğinden kaynaklı sıcaklık ve oksijen oranı çok kontrol edilebilir faktörler değil ama kirlilik bizler tarafından kontrol edilebilecek faktörlerden bir tanesi dolayısıyla şu an odaklanılması gereken nokta Marmara Denizi’ne kıyı şehirlerden gelen evsel ve endüstriyel bütün atıkların ileri düzeyde arıtılarak Marmara Denizi’ne verilmesi gerekiyor. Bu henüz tam istenilen düzeyde yapılamadığı için Marmara Denizi’nde müsilaj tehdidi hala devam ediyor. Şu anda Marmara’da 2021-2022 yıllarındaki gibi bir müsilaj yok. Zaman zaman köpük oluşumları olabiliyor. Su da renk değişimi olabiliyor. Bunlar yine kirlilik kaynaklı olarak artan aşırı derecede çoğalan mikro alglerden diğer bir ifade ile Fitoplankton (mikroalg) kaynaklanıyor. Fitoplanktonun çoğalması da müsilaj olmasa bile kirlilikle yani Motivikasyon (deniz kirliliği) alakalı bir durum. Bunlar çoğaldığı zaman,  bozuşmaları çoğaltarak suyun oksijensiz kalmasını sağlıyorlar. Ayrıca bazı türleri ciddi miktarda tehlike de oluşturabiliyor. Dolayısıyla hem sucu hayvan sağlığı için hem de insan sağlığı için bir risk oluşturabiliyor.Ayrıca müsilajın oluşumunu tetikleyen şeylerden bir tanesi de alg çoğalmaları bazı türlerin müsilaj oluşumuna katkı sağladığını biliyoruz. Bizim yapmamız gereken en temel işlem Marmara Denizi’ne gelen kirliliği azaltmak. Kontrol edebileceğimiz en temel faktör bu şu anda. 2021 yılında müsilajın en yoğun olduğu zamanda balık avcılığı yapılamıyordu. Balık oranları ciddi oranda azalmıştı. Zemin tamamen müsilaj ile kaplanmıştı ve zeminde yaşayan sucul canlılar yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Burada hem denizel bitkiler hem de denizel canlılar etkilenmişti. Dolayısıyla müsilaj yine aynı şekilde gerçekleşirse biyoçeşitliliği ciddi biçimde etkileyecektir. Şu anda öyle bir durum yok. Ama bunun oluşma potansiyeli her zaman mevcut. Denizimizdeki kirlilik arttıkça bu oksijen seviyesindeki azalmayı yaşayacağız. Kirliliği azaltmaya başladıktan sonra bu oksijen seviyesi kategori olarak artacaktır.Denizde oksijen seviyesinin az olması sucul canlıların orada yaşamasının mümkün olmadığı anlamına geliyor. 2021 yılında faaliyete giren Marmara Eylem Planı halen devam ediyor. Birçok adımıda gerçekleştirildi. Hala kontrol ve denetimleri yapılıyor ama burada yine dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta Marmara Denizi’ne giren evsel atıkların ve endüstriyel atıkların ileri arıtma tesislerinden geçirilerek Marmara Denizi’ne verilmesi gerekiyor. Ve bu da çok ciddi bir yatırım gerektiriyor. Günümüz ekonomik şartlarında böyle bir yatırımı yapmak çok kolay değil ama Çevre Bakanlığı bunun üzerine çalışıyor. Özellikle bu eylem planını da takip ediyor. İleri düzeyde arıtım yapılmaya başlandıktan sonra Marmara Denizi’ndeki kirlilik seviyesi hızlı bir şekilde azalacak ve Marmara Denizi kendini yenilemeye başlayacaktır.” şeklinde konuştu. “ARITIM SİSTEMİ DÜZELTEBİLİR” İklim krizine bağlı sıcaklıkların artmasıyla Kızıldeniz’den gelen istilacı türlerin denizlerimizde gözlenmeye başlandığının altını çizen Prof. Dr. Mete Yılmaz,  “İstilacı canlı türleri bizim yerel canlı türlerimizin yerine geçerek bazen tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor. Balon balığı gibi daha pek çok tür sayılabilir. Denizlerin ısınmasıyla daha önce denizlerimizde görülmeyen mikroorganizmalar denizlerde renklenmelere sebep olabiliyor. Ve burada bir yerleşim yeri kazanıp çoğalabiliyorlar.  İklim değişikliği ile beraber bu tür algleri daha sık görebiliriz.  Bu tür canlılar sıcak ortamlarda yaşamlarını sürdürüyor. Dolayısıyla istilacı canlı türleri bizim denizlerimizde çoğalarak ekosisteme zarar verecek. Ayrıca bozuşmaları esnasında sudaki oksijeni tüketerek denizde yaşayan canlılar için tehlike oluşturuyor. Sıcaklık bu şekilde artmaya devam ederse daha fazla istilacı tür görmeye başlayacağız.  Gelen istilacı türler yerel canlı türleri egale edebilecek. Bu gibi şeylere hazır olmalıyız. İklim değişimi, sıcaklık değişimini kısa vadede kontrol edemeyebiliriz. Ama istilacı canlı türlerinin denizlerimize gelmesini engelleyebilecek ve çoğalmasının önüne geçecek önlemler alabiliriz.  İstilacı türlerin denizlerimizi işgal etmesini engellemek için denizlerdeki kirliliği önlememiz gerekiyor. İlk başta yapılması gereken şey ileri arıtım tesislerinin tüm Marmara’ya yayılması gerekiyor. Özellikler İstanbul’da yaygın hale getirilmesi gerekiyor. Ama bunlar çok ciddi yatırımlar gerektiriyor. Çevre Bakanlığının da bu konuda planlamaları var. Bu arıtım tesisleri devreye girdikten sonra belki aylar için en geç bir yıl içinde Marmara Denizi kendini toparlamaya başlayacak. Marmara Denizi’ni yeniden eski haline getirebilmek için en önemli şey Marmara Denizi’ndeki evsel ve endüstriyel kirletici kaynakların azaltılması gerekiyor. Burada da devreye arıtım tesisleri giriyor. Ayrıca tarımsal alanlardan da Marmara Denizi’ne ciddi miktarda fosfor ve azot girdisi var. Bunlar Susurluk havzasından derelere, nehirlere karışarak Marmara Denizi’ne ulaşıyor. İyi bir tarım uygulaması devreye girerse, bilinçli bir şekilde gübre kullanılırsa, daha bilinçli bir şekilde sulama yapılırsa. Bu tür tarım kaynaklı kirleticileri de azaltabileceğiz. Bunların hepsinin bütün bir şekilde takip edilmesi gerekiyor. Gerekli çalışmalar ve denetimler gerçekleştirilirse Marmara Denizi kısa sürede kendini düzenler.” dedi.

Sıcaklıklara bağlı ölümlerde artış Haber

Sıcaklıklara bağlı ölümlerde artış

AB'ye bağlı Copernicus İklim Değişikliği Servisi verilerine göre Mayıs 2024, bugüne kadarki en sıcak mayıs ayı olurken ortalama yüzey hava sıcaklığı 1991-2020 mayıs ortalamasının 0,65 derece,1850-1900 mayıs ayı ortalamasının 1,52 derece, 2020'deki en sıcak mayıs ayının ise 0,19 derece üzerine çıkarak 15,91 derece olarak kaydedildi. Küresel sıcaklık rekoruyla birlikte dünyanın çeşitli ülkelerinde bölgesel rekorlar görülürken sıcak hava dalgaları, sıcaklığa bağlı ölümleri beraberinde getirdi. Afrika’nın Sahel ve batı kısımlarında yüksek sıcaklıklar mart ayı sonundan itibaren etkili olmaya başladı. Mali’de termometreler 3 Nisan'da 42,5 dereceyi gösterirken başkent Bamako’daki Gabriel-Toure Hastanesi yetkilileri nisan ayının ilk 4 gününde anormal şekilde 102 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Yetkililer, hayatını kaybedenlerin yarısının 60 yaş üzerindeki kişiler olduğunu ve ölümlerde aşırı sıcakların rol oynamış olabileceğini duyurdu. Bangladeş’te mayıs ayının başındaki sıcak hava dalgası nedeniyle en az 15 kişi yaşamını yitirirken birçok eğitim kurumu tatil edildi. Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi'de 29 Mayıs'ta 52,9 dereceyle tüm zamanların en yüksek sıcaklığı kaydedilirken haziran başında da devam eden yüksek sıcaklılar ülke genelinde çok sayıda ölüme neden oldu. Odişa eyaletinde 38, Uttar Pradeş eyaletinde 33, Bihar’da 6, Racastan’da 12 kişi hayatını kaybetti. Aşırı sıcakların etkilili olduğu bir diğer bölge Kuzey Amerika oldu. Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi'nin (NASA) verilerine göre özellikle Meksika ve ABD’nin güneybatı eyaletleri haziran başından itibaren sıcak hava dalgasının etkisi altında. Las Vegas ve Phoenix kentlerinde termometreler 6 Haziran'da 43 dereceyi gösterirken dünyanın en sıcak yerlerinden biri olarak bilinen California eyaletindeki Death Valley'de (Ölüm Vadisi) hava sıcaklığı 50 dereceyi buldu. Meksika Ulusal Özerk Üniversitesinden (UNAM) yapılan açıklamaya göre mayıs ayının son 15 gününde ülke tarihinin en yüksek sıcaklıkları kaydedildi ve ülkenin 14 eyaletinde hava sıcaklıkları 40 dereceyi aştı. Özellikle ülkenin Tabasco, Tamaulipas ve Nuevo Leon eyaletleri ile Veracruz ve San Luis Potosi kentlerindeki rekor sıcaklıklar nedeniyle 29 Mayıs-5 Haziran arasında 29 kişi aşırı sıcaklar nedeniyle öldü, yaklaşık 2 bin kişi güneş çarpması şikayetiyle hastanelere başvurdu. Ülke genelinde, 2024'ün başından bu yana aşırı sıcaklardan ölenlerin sayısı 90'a ulaştı. SICAKLIK NEDENİYLE ÖLÜMLER ARTIYOR Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) The Lancet, Nature, PubMed gibi bilimsel dergilerde yayımlanan çeşitli makalelere dayandırdığı açıklamasına göre, 2000-2004 ortalaması ile 2017-2021 ortalaması kıyaslandığında 65 yaş üstünde sıcaklıkla bağlantılı ölümler yaklaşık yüzde 85 arttı. 2000 ile 2019 yılları arasında dünyada her yıl ortalama 489 bin kişi sıcaklıklar nedeniyle hayatını kaybederken ölümlerin yüzde 45,8’i Asya, yüzde 36,5'i Avrupa, yüzde 11,6'sı Amerika, yüzde 5,2'si Afrika, yüzde 0,8'i ise Okyanusya kıtasında kaydedildi. Örgüt'e göre iklim değişikliği nedeniyle 2022'de Hindistan ve Pakistan'da yıkıcı sıcak hava dalgalarının görülme olasılığı 30 kat arttı. AŞIRI SICAKLAR İNSAN SAĞLIĞINI NASIL ETKİLİYOR? Yüksek sıcaklıkların insan sağlığına etkilerini AA muhabirine değerlendiren Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Geriatri Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet İlkin Naharcı, aşırı sıcakların, ufak bir sıvı kaybından ölümlere kadar giden sonuçları olduğunu söyledi. Naharcı, "Sıcaklığa bağlı ölümlerin yaklaşık yüzde 90’ı, 65 yaş üstünde görülüyor ve gelecekte sıcaklık artışı yaşanan bölgelerdeki ölüm risklerinin, sıcaklık artışı yaşanmayan bölgelere göre iki kat artacağı tahminleri var." dedi. Sıcaklık artışlarının en temelde vücutta sıvı kaybı yaşanmasına neden olduğunu belirten Naharcı, sıcak çarpmaları sonucu baş ağrıları, baş dönmesi, kalp çarpıntısı, halsizlik, mide bulantısı ve ileri yaşlarda zihin bulanıklığı yaşanabildiğini aktardı. Bu gibi olumsuz koşulların ciddi hastalıklara sahip kişilerde hayati riskleri artırdığı uyarısında bulunan Naharcı şunları kaydetti: "Örneğin kişide kardiyovasküler hastalıklar varsa bunlar kalp krizi, inme, felç geçirme risklerini artırıyor. Diyabet hastalığına bağlı problemler artabiliyor. Delirium dediğimiz zihinsel problemler görülebiliyor. Dahası, enfeksiyon bulaştırabilen etmenlerin yiyeceklerimizde, suyumuzda rahatça bulunabiliyor olması, bu kaynaklardan geçen enfeksiyonların riskini artırıyor. Tüm bunlar da ölümlere kadar giden yolu oluşturabiliyor." Sıcak çarpmasının vücudumuzdaki ısı dengesini bozduğundan bahseden Naharcı, "Araştırmacılar yüzde 70'in üzerindeki nemin tehlikeli olduğunu söylüyor. Yüzde 90 nemli bir yerde 25 derece sıcaklık bile ciddi sorunlara yol açabilir." diye konuştu. Naharcı, sıcaklıkların olumsuz etkilerinden korunmak için şu tavsiyelerde bulundu: "Özellikle 27-28 derece üzerindeki sıcaklıklarda çok dikkatli olmamız gerekli. Günlük aktivitelerimizi havanın daha serin olduğu zamanlarda yapmamız ve bunları yaparken kendimizi çok zorlamamamız iyi olur. Günlük tükettiğimiz sıvı miktarını en az yüzde 30-40 oranında artırmamız gerekiyor. Örneğin bir buçuk litre su tüketiyorsak bunu 2-2 buçuk litreye çıkarmamız gerekli. Çay, kahve gibi kafein barındırması nedeniyle vücudun sıvı kaybetmesine yol açan içeceklerden uzak durulmalı. Çünkü kafein içeren içeceklerin vücuttan atılması için vücudun bir o kadar sıvı kaybetmesi gerekli."

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.