Hava Durumu

Unutulan kavram, liyakat...

Yazının Giriş Tarihi: 12.03.2016 09:33
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.03.2016 09:33

Ülkemizde yapısal gibi görünen problemlerin birçoğu, aslında liyakat sahibi olmayan insanların belirli mevkileri işgal etmesinden dolayı çözümlenememiş sorunlardır. Esasında çok kolay çözüme kavuşabilecek bir konu,bazen makamdaki kişilerin yetersizliği nedeniyle vahim bir hale dönüşebilmektedir. Ha bir de göreceli kavramlarımız var tabii... Mesela ülkemizde başarı kavramının çok göreceli bir kavram gibi ortaya konması sebebiyle, elle tutulur gözle görülür hiçbir başarı hikâyesi olmayan kişiler, algı yönetimiyle bir anda başarılı bir figür gibi ortaya çıkartılabiliyor. Hatta önemli zevatla bir fotoğraf karesinde yer alması dahi iletişim ve algı oluşturmasında yeterli olabiliyor. Orta ve uzun vadede baktığımızda bu tip profiller, önünde sonunda kayboluyorlar ama geçen süre de bu ülkenin kayıp hanesine yazılıyor. Düşünün, topu topu 4 yıllığına iktidar olacak bir hükümet kuruyorsunuz ve yanlış tercihlerle bu sürenin yarısını kaybediyorsunuz. İşte tam da bundan sebeptir ki, yönetici sorumluluğundaki kişiler liyakat meselesini önemsemeli ve aldıkları kararlarda akıllarından çıkarmamalıdırlar. Tabii göreve talip olanlarında bu konuda hassasiyet göstermesi gerekir ki, bu da çığırından çıkmış durumda. Türkiye'de herkes hertürlü göreve talip olabilecek bir özgüven patlaması yaşıyor. Bunun sebebi gerçekten kişilerin kendine güvenmesimi yoksa başarı veya başarısızlığın bir öneminin olmaması mı bilinmez ama bunun rasyonel olmadığı kesindir.

Liyakat meselesi ile ilgili hepimizin bildiği bir kıssa vardır. Tekrar tekrar okuyup hatırlamamız gereken çarpıcı bir nasihattir aslında...

Mekke'nin fethi günü, Hz Peygamber (s.a.v.), Kâbe'ye gelmiş ve kapının açılmasını istemiştir. Cahiliye döneminde de kutsal bilinen Kâbe'nin anahtarı, Osman bin Talha adlı birindedir. Bu, yıllardan beri babadan oğula geçerek devam eden bir görevdir. Henüz Müslüman olmamış olan Osman bin Talha, anahtarı getirerek kendi elleriyle Hz Peygamber (s.a.v.)'e teslim eder. O anda bu şerefli görevin kendilerine geçmesini isteyen birçok Müslüman vardır ve bunlar arasında Hz Peygamber (s.a.v.)'in en yakınları da bulunmaktadır. Fakat Hz Peygamber (s.a.v.), Kâbe'yi açtırıp içindeki putları temizletip şükür için iki rekât namaz kıldıktan sonra henüz Allah (c.c.)'a teslimiyetini dahi açıklamamış olan eski sahibine uzatır. Bu, orada bulunan birçok kişinin arzusunu kursağında bırakmış olsa da, başta Osman bin Talha olmak üzere birçok Kureyşlinin, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, görev dağılımında "yakın" olmayı değil,  "ehliyet" ve "liyâkat"i esas aldığını görmelerini sağlar. Aslında çok büyük mesajlar vardır bu hikâyede... Anahtarı ehline vermek çok çarpıcı bir biçimde tüm Müslümanlara anlatılmak istenmiştir.

Bu ilke, Kur'an'da (Nisa 58.)  şöyle belirtilir: "Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder."

Bu ayet ve hadisler ışığında baktığımızda devlet adına, makam ve mevkilere atayan ve atananların büyük sorumluluğu bulunmaktadır. Türkiye bu çizgiyi aşabilirse gerçekten büyük devlet olma yönünde önemli bir adım atacaktır. Atayanlar kadar talip olanlarında biraz 'insaf' demesi gerekiyor ...

Tabii bazen de tam tersi bir durumda olabiliyor. Gerçekten liyakat sahibi birilerini bulup getiriyorsunuz kurumlar birden şaha kalkıyor, tozlanmış sorunlar çözüm buluyor ve ülke gündeminden çıkıyor. Türkiye'nin son 14 yılda birçok meseleyi çözebilmesinin altında bu durum yattığı gibi, kronik sorunlarını çözememesinin altında da yine aynı sebep yatıyor. İnşallah önümüzdeki günlerde herkes yakınındaki isimleri bir yerlere getirme çabasından kurtulurda, önümüzde bekleyen sorunları daha hızlı aşma şansımız olur. Bugün tarım, eğitim, kültür, sosyal politika gibi birçok alanda kemikleşmiş sorunları çözmeye ihtiyacımız var. Elbet çok önemli ilerlemeler kaydedildi.Ancak vakit az, sorunlar fazla ama baktığınızda teknik bir alan olan bu yerler ne kadar ehil ellere teslim ediliyor gerçekten soru işareti. Son derece stratejik bir bakanlığın en üst düzey yöneticiliğine, daha önce ne eğitim ne de deneyim olarak herhangi birikimi olmayan birisi hızlı bir şekilde atanabiliyor. Ve daha da acısı, o insan da buna itiraz etmiyor. İlginç değil mi? O insanın, o bakanlıktaki işleri ile ilgili bir mefkûresi olmamış ki bir yapacağı olsun.

Türkiye bu meseleye bakış açısını değiştirebildiğinde insan kaynağını daha iyi kullanan bir ülke olabilecek ve bir üst lige çıkacaktır. 

Sözlerimi William Shakespeare'in sözleriyle bitireyim,'Liyakat olmadan kazanılan, müstahak olmadan kaybedilir.'

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.