Temizlik işçisi olan babanın, maaşının yarısı borçlara gidiyordu.
Üstelik evi de kiraydı.
İlkokul çağında olan tekne kazıntısı son çocuk, henüz o yaşında maddi durumun farkında olsa da zaruri ihtiyaçları için babasının elini cebine atmasını bekliyordu.
Ev hanımı olan anne için bir paket margarin, iki avuç undan mucizeler çıkarmak alışılagelmiş bir durumdu.
Ev ahalisinin tek umudu, bir kaç ay sonra askerden dönecek büyük oğlandaydı.
Baba-oğul el ele verip birikmiş borçlar kapatacak, belki iki göz odadan biraz daha yaşanılabilir bir yere taşınacaklardı.
Aile fertleri, 'abileri' tezkere aldığında hayallerle, gerçeklerin örtüşmediğini kısa sürede anladı.
Aslında geldiği ilk günler, ailesini daha iyi şartlarda yaşatmak için delikanlı edasıyla her önüne gelene söz veriyordu.
Ancak babasının türlü ricalarıyla bulunan işler en fazla 1 hafta sürdü.
Sonraları içine kapandı, bazen 2 gün eve uğramaz oldu.
Nasihatlerle geçen 4 ayın sonunda, aileyi yüz kızartıcı acı bir sürpriz bekliyordu...
3 arkadaşıyla birlikte mazot çalmışlardı kamyonun birinden.
Kameraya takılınca da doğru kodese!
Baba yokluğa alışmıştı, hatta çalışmayan oğluna dar gelirinden ufak bir harçlık da ayırmıştı.
Ancak son hadise boynunu büktü, kolunu kanadını kırdı.
Sadece o değil, yaşanan yıkıcı hadiseden midir bilinmez, cefakar anne de kansere yakalandı.
Mahkemeler, araya girmeler derken büyük oğlan çıktı dışarı.
Şimdi eve bir geliyor, bir gelmiyor. Evde olduğunda da hayalet gibi sadece varlığı biliniyor.
Aile ise her an kötü bir habere hazır şekilde, yarı yaşar yarı ölü vaziyette hayat yolculuğunu sürdürüyor...
***
Kalabalık bir ailede doğmuştu.
En küçük kardeşti ve en fazla sevilendi.
Umutlar, hayaller vardı üzerine titreyenler yüreklerin kurduğu...
Aileden okumuş ilk kişi olarak çıkacak, önemli görevlere gelecekti.
Eve getireceği tek diplomayla yıllardır biriken göçün tüm çilesi uçup gidecekti.
Canını dişine takıp hiçbir şeyini eksik etmeyen ağabeyine, iyi bir meslek sahibi olarak teşekkür edecekti.
Küçük kardeşin sakalı adam boyuna eriştiğinde, ağabey yıllardır biriktirdiği umutlarının birer birer elinden uçup gittiğini çaresizce seyretti.
Hırçındı...
Sadece kendilerine değil etrafına da öyleydi.
Sürekli para istiyordu.
Günlerce eve uğramıyor, sataştığı ya da zorla para aldığı kişilerin şikayetleri kendinden önce eve geliyordu.
Ağabey güzel konuştu olmadı, ambulans çağıracak derecede dövdü yine işe yaramadı.
Baktı olmuyor;
En sonunda ihbar edip cezaevine soktu en kıymetlisini.
Aldığı 8 yıl cezanın 2 yılı geride kaldı.
Şimdi ağabeyine kendisini ihbar ettiği için dua ediyor.
***
Yukarıda bahsi geçen iki yaşanmışlıktaki isimler bende kalsın.
Bu şehirde cereyan eden yüzlerce, belki binlerce dramdan sadece 2'sini yazdım.
Son bir kaç yıldır geleceğimizi tehdit eden bir sorunla boğuşuyoruz.
Adı: Metamfetamin.
Bilinen isimleriyle 'met' veya 'kristal'.
Bonzai'nin ölümcül olduğu imajı sonrası, kirli eller tarafından daha masum gösterilip piyasaya sürüldüğü ifade ediliyor.
Ancak tüm dünyada uyuşturucu maddeler arasında en tehlikelisi olarak biliniyor.
Kullanıcıda hızlı şekilde bağımlılık yapıyor.
Dikkat eksikliğini, davranışlarda büyük değişiklikler izliyor.
İyice dibi görenler içinse; dünya 'met' için döner duruma geliyor.
Ne ana, ne baba, ne de eş-dost tanınıyor.
Varsa yoksa maddeye ulaşma arzusu. Bunun için de her yol mubah görülüyor.
Kullanıcılarda en belirgin özellik sık sık yalan söylemeleri.
Çünkü doğruları konuştukları bir hayatta 'met'e yer olamaz!
Para lazım, gizlilik lazım, illegal bir yaşam tarzı lazım...
Pahalı meret...
Varsa elindeki, avucundakini verecek... Yoksa ya çalacak ya da maddeyi satacak ki kafasını kurtarabilsin.
Küçük yaşlardaki kullanıcı kızların halini anlatmaya ise dilim varmıyor.
Gidin bakın Çarşamba'ya, Garaj altına, Mesken'e, Emek'e, Ankara Yolu'nun altına...
10 kişiden 6'sı en büyük dertlerinin bağımlı gençler olduğunu söyleyecekler.
Çünkü kendi çocukları bu çarkın pençesinde olmasa da, etraftakilerin verdiği rahatsızlık sınırları zorluyor.
Pek çoğumuz bu kanayan yaranın farkında, ancak herkes sessiz sinema oynuyor.
Torbacılar sıklıkla paketleniyor eyvallah ama kaç tane laboratuar basılıyor?
Tedavi olmak isteyenler ise çaresiz... O kadar çok bağımlı var ki; AMATEM'de, Dörtçelik'te bağımlılara yer açılamıyor.
En ağır vakalar bile ilaç verip gönderiliyor.
Anlayacağınız...
Aramızda bu zehre ulaşabilmek için aklınızın alamayacağı şeyleri yapacak binlerce pimi çekilmiş bomba yaşıyor!
Çare sadece Emniyet'e bel bağlamakta değil.
Topyekun bir mücadele başlatılmalı.
İlk etapta yapılacaklar ise belli:
İşin başındakileri yakalamanın yanı sıra; gençlerimizi daha çok spor, sanat ve sosyal aktiviteye teşvik etmek.
Ne demiş Ulu Önder;
"Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir"
Ciddi derecede kan kaybediyoruz...
Etrafımızda biriken donmuş kırmızı pıhtılarını temizlemeyi bırakıp, acilen kalıcı bir çözüm üretmek zorundayız!