Bir önceki makalemizde bir yöneticinin yaptıklarına ayna tutan hakiki ulemanın varlığı, o devletin şeffaf olmasını sağlar ve toplumda güven, huzur, itaat, emniyet ve asayişin en önemli sigortası olduğunu da ifade etmiş ve Mevlana ile Sultan Keykavus'tan örnek vermiştik.
Tarihte uzun ömür süren Türk Devletlerine baktığımızda, bu ölçünün ve dengenin çok net görüldüğü muhakkaktır. Yöneten ile yönetilen arasında; "Helal-haram, Şefkat-İtaat, dayanışma- kaynaşma, ehliyet- adam kayırmama, Devlet Malı/beyt-ül Mal- şahsi kazanç, servet edinme-hazine imkanları"..vb. gibi toplumun tüm bireylerini ilgilendiren hususlar, yönetimi elinde bulunduran sınıf ve zümrenin en dikkat etmesi gereken ve maddi/manevi sorumluluklar yükleyen hususlardır.
Yönetenler ile yönetilenler arasındaki bu ilişkiler, o devletin omurgasını teşkil eder. Omurganın sağlamlığı da ülkenin temelinin sağlamlığını gösterir.
Bir memleketin ömrü, temellerinin sağlamlığı ölçüsünde devam eder. Dolayısıyla sağlam ölçüler üzerine kurulmuş bir devlet, yöneticisinin bu kural ve prensipleri adil ve şeffaf uygulamasıyla, toplum katmanları da birbirlerine sevgi, saygı, hürmet ve merhamet ilişkileriyle kenetlenir. Halkı huzur ve refah içinde bir ömür yaşar.
Emevî halifelerinden Ömer bin Abdülaziz devrinde, bu kuralların harfiyen uygulanmasıyla, ülkede fakir fukaranın, garip gurebanın kalmadığını ve toplanan zekât ve vergilerin komşu ülkelerdeki fukaralara gönderildiğini tarihler söylüyor ve hatta bu durum kendisinden sonra 25 yıl daha devam etmiştir.
FARABİ'YE GÖRE DEVLET ADAMININ ÖZELLİKLERİ
Farabî (870-950), İslam felsefesini metot, terminoloji ve problemler açısından temellendiren ünlü Türk filozofudur.
Farabî bir devlet adamının özelliklerini şöyle sıralar:
İşin zor olanı, bütün bunların hepsinin birden bir kişide bulunması gerektiğidir. Yukarıdaki kriterlere bakıldığında, bütün dünyada "Devlet Adamı" yokluğu vardır.