Hava Durumu

Üç balık hikayesi, yaklaşan seçim, vaatler ve insanlar!

Yazının Giriş Tarihi: 22.03.2024 06:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.03.2024 15:26

Malumunuz “Kelile ve Dimne”de üç balık hikâyesi vardır. Bu hikâyeyi şöyle hülasa edebiliriz:

“Büyük bir gölde üç tombul balık yüzüp yaşıyormuş. Bunların adları:  İleriyi düşünen,  Aklı tez eren,  Kadere boyun eğen.

İleriyi düşünen, bir gün yüzüp gezerken göl kıyısından geçen balıkçıların bu göl balık dolu; yarın bunları avlayalım dediklerini duyar. Kendi kendine öbür arkadaşlarıma da haber vereyim de bu gölden, insan eli değmedik başka bir göle göçelim der. İki dostunu çağırıp işi anlatır.

Aklı tez eren; avcılar buraya gelirlerse bir şeyler yapar, kendimi kurtarırım der.

Kadere boyun eğen; bu söze aldırmaz bile.

İleriyi gören; o iki dostun, orada kalmaya kararlı olduklarını anlayınca kendi derdine düşer, başka bir göle göçer.

Ertesi gün balıkçılar gelirler, balıkların kaçabilecekleri yerleri tutarlar. Ağlarını atarlar; bütün balıklar ağa düşer. Aklı tez eren, hemen kendisini ölmüş duruma sokar. Onu ölü sanan balıkçılar, tutup kıyıya atarlar. O da debelene debelene, çırpına çırpına öbür göle geçip kurtulur. Kadere boyun eğen ne yapacağını bilmez; o yana, bu yana sıçrar; sonunda can verir. “  

(Buradaki kader anlayışı, İslam dinindeki kader anlayışına zıt olduğunu hemen belirtmek gerekir. Zira İslam dinindeki tevekkülî kader; görevini yaptıktan ve her türlü sebeplere başvurduktan sonra neticeyi, sonucu Allah’tan bilmek ve beklemek demektir. Yoksa tembel tembel oturup, hiçbir gayret ve çaba göstermeden, ‘armut piş ağzıma düş’ tarzında hareket etmek demek değildir. Bu tevekkül değil, kader değil; bu tedbirsizlik, tembellik ve sorumsuzluktur. Böyle bir davranışı İslam kökünden reddeder.)

Kelime ve Dimne’de geçen yukarıdaki hikayeyi Mevlana hazretleri Mesnevisinde manzum bir şekilde ele alıyor ve bundan okuyucularına bazı mesajlar veriyor. Mevlana hazretleri; benim hikâyelerim, şakalarım, eğlendirici, güldürücü hikâyeler değil; öğretmek ve düşündürmek içindir, talim ve terbiye içindir, diyor bir başka beytinde. Bu nedenle Mesnevi, baştan sona hayatta lazım olacak mesajları, öğütleri içermektedir. İnşallah bir gün Milli Eğitim Bakanlığı ortaöğretim çocuklarına yardımcı ders kitabı olarak okutacaktır diye ümit ve temenni ediyorum.  

Yukarıdaki hikâyede elbette alınacak birçok ders, çıkarılacak pek çok mesaj vardır. meselâ benim çıkardığım ders ve aldığım mesaj şöyledir:

Görüldüğü üzere her kes kendi aklına ve becerisine sığınıyor.

Toplumdaki bazı kimseler, kendi fikrini, düşüncesini problemlerin çözümü için yeterli ve kâfi görüyor.

Başkasının fikrine ve düşüncesine ihtiyaç duymayanlar var.

Bazıları da kendilerinde fikr-i sabit oluşmuş, sureti kat ’iyede kendi dışındaki insanların düşüncelerine, “şunları da bir dinleyeyim, acaba bir hakikat payı var mıdır ?” diye bir bakış sergilemezler. Tek doğru ve geçerli yol benim yolumdur, diyerek tuttuğu yoldan şaşmayanlar var.

Hakikatin “tek” olduğu ve onunda kendisinin elinde bulunduğu zannı içinde ömür tüketenler var.

Bazılarının da anlık yaşadığını, gelecek, istikbal ile ilgili hiçbir beis ve endişe taşımadıklarını, sadece ve sadece tüketici bir mahlûk olarak ömrünü tükettiklerini görürsünüz. Esasen bunlar kendilerini bir “sürü” gibi mütalaa edip, önlerine atılan bir tutam otla (ye, iç, yaşa) hayatın zevkini almaya çalışırlar. Bu tipleri merhum Aliya Izzetbegoviç şöyle nitelendiriyor:

İtalya’daki köylüler eşeğin yürümesini sağlamak için ona vurmak yerine –ki inadı yüzünden eşeğe vurmak bazen faydasızdır- bir hile düşünmüşler: Bir sopanın ucuna bir demet ot bağlanır, sonra sopa da eşeğin başına bağlanır. Otu gören eşek ona ulaşma ümidiyle yürür. Çoğu insan bu eşekler gibi değil mi? İtalya’da olduğu gibi başkalarını eşeğe çeviren bazı insanlar yok mu? İşte maalesef toplumda insanları eşek yerine koyanlar ve kendilerini de eşek gibi görenler var.

Seçimler yaklaştıkça, benzer örnekler ve davranışlar da çoğalıyor. Etrafımızdaki dünyada benzeri görülmemiş bir sürü tuhaf, iptidai davranışları ülkemizde görüyor ve acaba bizim “kapasitemiz” bu kadar mı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Lakin çevremize baktığımızda sadece bu hal bizde değil; bütün coğrafyamızda kanıksanmış sosyolojik, psikolojik bir vakıa gibi görünüyor.

Bazen düşünüyorum da; neredeyse tüm enbiya ve peygamberler bu bölgede zuhur etmişler, fakat nedense bu insanlar, bedevilik ve iptidailikten sıyrılamadılar. Dikkat ederseniz, hak yeme hususunda, mürekkep yalamış aydınlarımızın da avamdan hiçbir farkı yoktur.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.