"Şükür", nimeti ziyadeleştirir, aksi yani "şükürsüzlük" ise; nimeti eksilttiği gibi bereketini yok eder ve nimeti verene de nankörlüktür.
"Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir." (İbrahim 7)
Acaba "şükrü " nasıl anlıyoruz? yahut şükür nedir?
Bi defa, nimeti verene teşekkür etmek, "şükür" demektir.
Bizler tablacı hükmünde bize bu nimetleri ulaştıran aracılara "para ile" teşekkür ederken; maalesef bu nimetlerin asıl sahibini hiç hatıra bile getirmiyoruz. Halbuki asıl mal sahibi, onu yoktan bize takdim eden Cenab-ı Hakk'a teşekkürümüzü arzetmeliyiz.
Şayet bu eşya, nimet, gıda ve mal onun tezgahında (kün feyekün/kaf-nun) pişip hazırlanmasaydı acaba bu nimetlere sahip olabilir miydik? diye düşündüğümüz zaman; Mün'im in, Sani'in, Halik'ın, Malik'in zatına (yani bu nimetleri veren, yaratan, yoktan icat eden ve bu nimetlerin sahibi olan zat-ı İlâhî) karşı nasıl sonsuz şükürler ile mükellef olduğumuz bir derece anlaşılmış olur.
Ayrıca bu nimetler bize "parasız/ücretsiz" veriliyor. Yani; toprak, su, hava, güneş vs… bu nimetlerimizi pişirip olgunlaştırırken; biz bu ana unsurlara (nimet tezgahında işleyen sebeplere) hiçbir şey vermiyoruz.
Şimdi bu noktayı nazardan etrafımıza baktığımızda; hayatımızın devamı için lazım olan tüm malzemeleri şartlarıyla, sebepleriyle bizim için ihzar eden Rabb'imize (yani müsebbib ül esbab) karşı nasıl bir hamd ve şükran içinde bulunmamız gerektiğini varın siz hesaplayınız.
Binaenaleyh, nimete karşı hayvan gibi davranamayız. Nimete hürmet insan olmanın gereğidir.
Bizi hayvanlardan ayıran en önemli vasıf, "düşünme ve akletme duyusudur".
Şayet bu "melekemizi" aradan çıkarırsak, o vakit, komşumuz olan ve bu melekelerden, duygulardan yoksun olan "hayvanlardan" ne farkımız kalır?
Hatta mukaddes kitabımız olan Kur'an-ı Kerim'e göre, onlardan da aşağıya düşeriz (inhum illa kel en'am, bel hum edellu sebiyla).
Düşünebiliyor musunuz; son derece yüksek duygularla mücehhez bir varlık olan insan, şükürsüzlük ile kainatta en üstün bir mevkide iken hayvanlardan da daha aşağı bir dereceye, bir konuma yuvarlanmış olur. Yani İslami tabirle; "eşref-i mahlukat iken, esfel-i safiline düşmüş olur".
Demek ki; medeniliğin, hakiki insan olmanın bir göstergesi de; kendisinden beklenen şükrü yerine getirmekten geçiyor.
Bunun mefhum-u muhalifi ise, yani; şükür vazifesini ifa etmeyenler; bedevi, gabi, gayr-ı medeni olup, insanlık sınıfından bir alt sınıfa yuvarlanmış zavallı mahluklardırlar.
İbn-i Arabi'ye göre:
"Bu kişiler, insan-ı kamil değil; insan- ı hayvandırlar. Görünürde insan kılığında olmalarına rağmen; davranışlarında hayvan ruhunu taşımaktadırlar.
Ve yine bu tür küfran-ı nimette bulunan ve nankörce tavır ve davranışlar sergiliyen kişiler için Üstad hazretleri de şöyle bir ifade kullanıyor:
" ...İstersen Paris'e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar ilâ âhir…"
Ezcümle; kişinin tavır ve davranışları, onun değerini ve sınıfını (insan/hayvan) ortaya koyuyor.
Mevzumuzu Hz. Ali'nin sözüyle noktalayalım:
"İmam Cafer hazretlerine sordular: melekler mi üstün, insanlar mı?
İmam, "Size ceddim Ali'nin cevabıyla cevap vereyim;
Allah, meleklere şehvetsiz akıl verdi, hayvanlara da şehvet verdi. Âdemoğullarına ise, her ikisini verdi. Aklı şehvetten üstün olan, meleklerden hayırlıdır. Şehveti akla galip gelen ise, hayvanlardan aşağıdır" buyurdu.