Hava Durumu

İkiyüzlü ehli kitap, Batılılar!

Yazının Giriş Tarihi: 15.12.2017 07:01
Yazının Güncellenme Tarihi: 15.12.2017 07:01

Osmanlı Tanzimat ile birlikte Batı'ya ve Batılılaşmaya doğru adımlar atarken,  Batı'nın, art niyetini, ikiyüzlülüğünü aydınlarımızın hesaba katmadıklarını veyahut da ciddiye almadıklarını görüyoruz. Ya bu aydınlarımız tamamen asimile olmuş içimizde bizden görünen batılılardır; ya da bunlar şu bu nedenlerle ham kalmış, dünya malına/şöhretine/makamına/mevkisine/batının pohpohuna kanmış kişiler; ya da içimize karışmış gayr-ı Müslim devşirmeler/dönmelerdirler; veyahut çok saf insanlardırlar. Niçin? Çünkü Batılı münafıkları, gayr-ı Müslim ehl-i kitabı en iyi şekilde iç yüzlerini kutsal kitabımız ebediyen tarif etmiştir. O, Bakara Suresinin 10. 11. ve 12. ayetlerinde şöyle diyor ehli kitap için, yani Batılılar için:

* " Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır." (10)

* "Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler."(11)

* "Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar." (12)

Şunu tarihten bir örnek vermek gerekiyorsa, Batı cephesindeki Osmanlı'ya karşı kurulan tuzağın boyutunu görmek için Sultan Mahmut döneminde asılan Patrik Gregoryüs'ün Çar Aleksandr'a yazdığı mektup durumun vahametini ortaya koymak için yeterli olsa gerektir.

Mektup; Türkleri, dünyanın siyasi ve askeri alanında korkulacak bir mevcudiyet halinden çıkarmak, hatta müstakil bir millet olabilmekten mahrum edecek çok şayan-ı dikkat tavsiyeleri ihtiva ediyor, şöyle ki:

"-Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayr-ı mümkündür. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidirler. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, örf ve adetlerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir.

Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek REİSLERE sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da, an'anelerine olan mecburiyetten, ahlâklarının sağlamlığından gelmektedir. Türklerde evvelâ itaat duygusunu kırmak ve manevi rabıtalarını koparmak, din metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yönü, an'anatı milliye ve maneviyelerine uymayan harici fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır.

.......

Türkler, maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve zahiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir... Bu nedenle yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır..."

Bu mektupta her şey apaşikâr değil mi? Batı bu niyetle planlar ve tuzaklar kurarken; Osmanlı cephesine, yani Türkler tarafına da bir göz atalım ki, nasıl bir yol haritasının çıkarılarak mecburi istikamet olarak önümüze koyulduğunu görelim. Bu tuzaklara bilerek ya da bilmeyerek nasıl düştüğümüzü ibretle seyredelim. Tarih tekerrür eder, derler. Bu tuzaklara bir daha düşmemek için Batı'yı ve Haçlı niyetini ve zihniyetini iyi tanırsak, geçmişten ders alırsak, Batı'ya bu imkânı ve fırsatı vermeyeceğiz inşallah. Batı ile kurulan her ilişkiyi bu perspektiften değerlendirmeliyiz. Ayrıca ahir zamanda Batı'da İslâm'ın yayılacağı rivayetlerini de unutmamalıyız. Zaman bizim lehimize işlemektedir. Zira Batı gençliğinde artık din taassubunun yok olduğu bir gerçek. Hem de Hıristiyan din adamlarının son zamanlarda önemli ölçüde İslâm'a ihtida ettiklerini rivayetler çerçevesinde değerlendirebiliriz.

Dönemin Osmanlısına baktığımızda ise; yükselmek ve terakki etmek adına, medenileşmek ve eğitimli bir toplum olmak adına, gerilemekten ve fakr u zaruretten kurtulmak adına, Osmanlı bünyesinde hızla eğitim kurumları açılmaya başladı. Açılan bu öğretim kurumlarında salt "Batı tipi müfredat ve eğitim" hiçbir süzgece tabi tutulmadan olduğu gibi okullarda tatbik edildiğini görüyoruz. Nitekim o dönemde, 1847'de Tıbbiye'yi ve Üsküdar'da bir hastaneyi ziyaret eden ve müşahedelerini hayretle anlatan Mac Farlane Tıbbiye'nin kütüphanesini görünce "Çoktan beri bu kadar düpedüz materyalizm kitaplarını toplayan bir koleksiyon görmemiştim. Genç bir Türk doktoru oturmuş, dinsizliğin el kitabı olan  "systeme de la nature"ü okuyordu. Raflar Fransız devrimcilerinin, özellikle materyalistlerin kitaplarıyla doluydu" der ve bu kitapların son baskılar olduğunu, pek çok yerinin çizildiğini görmekten şaşkınlık duyduğunu ifade etmektedir. (Charles Mac Farlane sh: 270, 271)

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.