Ülkemiz kamuoyunda son yıllarda BOP’tan sıkça bahsedilmeye başlandı. Peki, BOP nedir?
BOP, ABD tarafından ortaya atılan ve gerçeği yansıtmayan bir planın adıdır. Bu planın, tabii ki, 80-90 yıllık bir geçmişi vardır. Büyük Şeytan (kendini dünyanın patronu olarak gören) ABD’nin, Ortadoğu’daki antidemokratik devletlere ve yönetimlere müdahale etme yetkisini kendisinde görme projesidir. Bu projeye göre, yöneten elitler ABD’ye bağlı olduğu sürece herhangi bir sorun yoktur; ancak ABD’nin çıkarlarına aykırı bir durum ortaya çıktığında, derhal müdahale meşru sayılır.
ABD’ye göre, projenin varlık nedeni, bölgede uygulanan insanlık dışı muamelelerin ortadan kaldırılması ve herkesin özgürce demokrasinin nimetlerinden yararlanabilmesi için gerekli zeminin sağlanmasıdır. Ancak bu şart, iplerin ABD’nin elinde olduğu sürece geçerlidir.
ABD Başkanı George W. Bush, proje gerekçesi hakkında şöyle demiştir: “Ortadoğu’daki yoksulluk arttıkça biz de müdahale etmek zorunda kalıyoruz. Bu ülkelerde kadın hakları yok, kadınların okula gitmesi engelleniyor. Dünya ilerlerken Ortadoğu yerinde sayıyor. Ortadoğu, özgürlüğün yeşermediği bir yer olarak kaldığı sürece, bölgede durgunluk devam edecek ve şiddet her zaman ihraç edilecek.”
ABD yönetiminin bu söylemleri ise hiçbir şekilde inandırıcı değildir. Burada insanlık, güven ve uluslararası ilişkiler büyük zarar görmüştür; bunun da tek nedeni ABD’nin dünya ülkelerine yaptığı dayatmalardır. Sonuçta, nefret ve intikam tohumlarının bu topraklarda ekilmesine sebep olunmuştur.
yüzyılda Avrupa’nın dünya siyasetindeki rolünün, bu yüzyılda ABD tarafından üstlenildiği görüşünü savunan analistler; BOP’u, Yeni Dünya Düzeni’nin oluşturulmasının önündeki en büyük tehdidi oluşturan terör ve kitle imha silahlarının yok edilmesini hedefleyen çok boyutlu bir bölgesel girişim olarak tanımlamaktadır.
Bu projenin ana amacı ve nihai hedefi, ABD ve Batı’nın hegemonyasında bir Yeni Dünya Düzeni kurulmasıdır.
ABD, I. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyada meydana gelen tüm siyasal ve ekonomik krizlere, standart bir takım reçetelerle çözüm getirmeyi amaçlayan girişimlerini hep aynı mantıkla yürütmüştür. Wilson Prensipleri ile başlayan bu girişimler, daha sonra ekonomik yardıma karşılık siyasal işbirliği şartını getiren Marshall yardımı ile devam etmiştir. Günümüzde ise Büyük Ortadoğu olarak tanımlanan bölgedeki ülkelere verilmesi planlanan ekonomik yardımda da yine aynı niyetin olduğu görülmektedir. Bu inatçı tavırlardan dolayı dünyada, “ABD, menfaati olmadan kimseye yardım etmez” hissiyatı yerleşmiştir. Dünya barışı için bu düşünce büyük huzursuzluklara neden olmaktadır.
Sahaya indiğimizde ise, bu beyaz efendilerin bölge insanlarının dini inançları, konuştukları diller ve hatta mezhep yapılarıyla ilgilendiklerini de gözlemliyoruz. Elbette ki yer altı zenginliklerine ve kaynaklara da büyük ilgi duymaktadırlar. Bu zihniyet, hedefine ulaşmak için dünyaya bilerek yalanlar pompalamakta ve daha sonra bu yalanları bahane ederek bölgenin sorunlarını çözmeye yönelik adımlar atmaktadır.
Sınırlardaki hukuk ihlallerini önlemek,Dinsel ve ulusal azınlıkların kendi yazgısını belirlemesini sağlamak,Bütün bölgeyi zehirleyen yanlış ideolojileri bastırmak için eğitimde büyük ilerlemeler sağlamak.
Not: Maalesef Türk eğitimi, 1947’den itibaren Amerikan Fulbright Eğitim Komisyonu tarafından yürütülmektedir.
Kısacası, her yönüyle mutlak itaat eden müttefikler ve sorunsuz dost yönetimlerin oluşturulması, ABD’nin kırmızı çizgilerindendir. Aslında gerçek BOP hala açıklanmamış; sadece mevcut söylemlerle, hedefe ulaşmak zaman alacak olsa da şimdilik zemin hazırlanıyor. Efendiler, zamanı geldiğinde ideallerini gerçekleştireceklerinden kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü dünya siyasetinde egemen güç olmanın bu coğrafyada hâkimiyetle sağlanacağı, farklı dönemlerde ortaya çıkan tezlerin merkezinde yer aldı. Sovyetlerin çöküşünden sonra ortaya çıkan yeni cumhuriyetler, Ortadoğu’nun yeni sınırlarını genişletti. Ortadoğu’nun yeni açılan kuzeyi ile geleneksel Ortadoğu arasında güvenlik bağlamında yeni ilişkiler kurulmaya başlandı. İlk olarak, sınır aşan silah ve uyuşturucu ticareti ile kaçak göçmen akımları ciddi sorunlar olarak ortaya çıktı. Körfez petrolleri ve Hazar petrol kaynakları birlikte değerlendirilmeye başlandı.
Bunların yanı sıra İsrail, Ortadoğu’da Arap nüfusunun dengelenmesi ve yeni müttefikler kurma girişimlerini soğuk savaş sonrası stratejisine dahil etti. Fundamentalist terör, bölgeyi üzerinde yaşayabileceği bir alan olarak gördü ve boşlukları değerlendirmeye başladı. 11 Eylül sonrası, Amerikan yönetimi kendilerine yönelik asıl tehlikenin bu bölgeden geldiği algısını tüm dünyaya duyurdu. Kuzey Afrika’dan Afganistan’a, Suudi Arabistan’dan Kafkaslar ve Orta Asya’ya kadar uzanan coğrafyada ciddi bir "elden geçirme" süreci, Amerika ve müttefikleri için dünyanın güvenle yaşanabilir bir alan olması yönünde atılmış en önemli adım olarak ortaya çıktı. Afganistan ve Irak müdahalelerinin bu açıdan önceden belirlenmiş hedefler olduğu, Suriye, Lübnan ve Ürdün için ise uygun zamanın beklendiği aşikâr görülmektedir.
Türkiye’ye gelince; bölgedeki stratejik rolü ve Osmanlı’nın kalbi olarak görülmesi nedeniyle ülkemiz için özel projelerin yazılıp çizildiği, bütün şeytanların topluca aynı masada oturup bir plan hazırladıkları söylenebilir. Buna da bir sonraki yazımızda değinelim.