Hava Durumu

Anayasa yeniden gündemde ve sistem direniyor!

Yazının Giriş Tarihi: 20.09.2024 07:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 19.09.2024 15:02

Türkiye 1908’den beri yaklaşık bir asırdır anayasal bir sistem ile idare ediliyor. Osmanlı’yı tarih sahnesinden silenler, asırlar boyunca kendilerine hükmetmiş bu devletin bir daha ayağa kalkmaması için, bütün “fitne ve fasat oyunlarını” devreye sokmuşlar. Uzun yıllara sari kanunlarla, adeta tren rayı gibi mecburi gidişatını tayin ederek kontrolünü daima elinde tutmuşlar.

Yıllarca bu ülkenin yularını elinde tutup bir müstemleke muamelesi uygulanmıştır.

Olur ya, zaman ve zemin değişebilir; yeni nesil bu planı/projeyi deşifre edebilir endişesiyle MAARİF’i de bu oyunda baş aktör olarak kullanmışlar ve ne yazık ki hala da kullanıyorlar.

Kuruluştan bu yana 4-5 nesil geçti. Bu nesillerin tümü, eğitim müfredatıyla kendilerine öğretilmiş yalan ve mesnedsiz hikayeler ile zihinleri iğdiş edilmiş, öz be öz tarihlerine, örf, adet ve inanç değerlerine düşman ve münkir hale getirildiler.

Örneğin 1947’de yapılan bir anlaşmayla (Fulbreight), milli eğitimi tamamen ABD’ye teslim ettiler (bkn; inönü-fulbreight Ant.).

O günden itibaren yetişen nesil, kendi ecdadına, kültürüne, halkına, hatta dinine, imanına karşı amansız bir düşman kesildi. Bu hal öyle bir noktaya geldi ki; bir Fransızdan, Almandan, İngilizden daha çok, bu nesil, Müslüman halka baskı yaptı, eziyet ve tahkirler etti:

Şair-i azam Necip Fazıl’ın ifadesiyle;

“ Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” durumunu yaşattılar.

Dikkat ederseniz 1950’lerden bu yana, yönetim felsefesi, halka tepeden bakış, yani paryalık hiç değişmedi ve değiştirilmiyor. Elbette bunu derinlemesine tahkik edip, sebeplerini bir bir sıralayabiliriz; lakin ben tarihimizden bir misal ile farklı bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bence bu husus, “ittihat ve terakki” zihniyetininin niçin hala ayakta kaldığının bir kanıtıdır. Bu husus tam anlaşılmadıkça ve hükümetler bu problemi (bürokrasi) çözüme kavuşturamadıkları müddetince; bu ülkede “ittihat ve terakki” zihniyeti, parya muamelesi devam edecektir. Ayaklarımıza vurulan pranga (bürokrasi) mutlaka açılması hükümetin en birinci görevi olmalıdır.
Anayasa çalışmaları esnasında, raportörün hazırladığı raporda bu hususa şöyle dikkat çekiliyor:

“Yüzyıllık köhneleşmiş bir sistemden bahsediyoruz. Bu sistem hala kurumsal olarak sapasağlam ayakta duruyor. Siyasîlere bürokratlar daha yakın oluyorlar ve bazı şeyleri iktidar onların ağzından duyuyor. Yürüyen sistemin konforuyla hareket ediliyor. Bu da köklü değişim reflekslerini zayıflatıyor. Geçiş aşamasında olduğumuzu düşünürsek yüzyıllık anayasal kültürün zehrine kurban gitmememiz çok önemli. Bu nedenle demokratikleşme irademizi ortaya koyup birbirimizi uyarmalıyız.” (Kay; Anayasa Uzmanı Dr. Osman Can)

Sayın Can, anayasanın can noktasına parmak basıyor. Yönetim koltuğuna geçenler, gerçekten bir müddet sonra o konfora kendilerini kaptırıyorlar. Yukarıdan hükmetmek, emir vermek, saltanat sürmek sistemin devamı için bürokrasiye verilen rüşvetlerdir. Tabii ki, bürokrasiye sunulan bu imtiyaza, bu cazibeye ister muhafazakâr isterse dindar olsun insanın kapılmaması çok zor. İstisna kaideyi bozmaz. Bundan dolayı da sistemi değiştirmekte zorlanıyorsunuz. Sistemden beslenenler değişime karşı hep ayak diretmişlerdir.

Tarihçi Cemal Kutay; “Tarih Her Zaman İbrettir” adlı kitabında sistemin neden değiştirilemediğinin iç yüzünü anlatan bir olay nakleder:Son Osmanlı Sadrazamı Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa beş defa Sadrazamlık (Başbakan) görevini yapmıştır. Sahilhanesinde bir çeşit sürgün hayatı yaşıyorken devlet idaresini durmadan tenkit ederdi. Bir gün, devrinin meşhur siması Menas Efendi ile sohbet sırasında yine tenkitlerle kendisinden geçmişken, zarif ve nüktedan Menas Efendi dayanamadı:

— Paşa Hazretleri… Siz de iktidarda idiniz. Bu buyurduğunuz kusurları ol zaman niçin islâh etmediniz? diyebildi ve heyecandan nefesi kesik cevap bekledi…

Mütercim Rüştü Paşa güldü:

— Bak Menas Efendi, ne oluyor, dedi. Biz dışarıda iken devlet teknesinin baştan kara olma yolunda bulunduğunu görüyoruz da, içine girdik mi bakıyoruz ki oradakiler rotalarının doğru olduğu inancı içinde vur patlasın, çal oynasın bir hengâmedir gidiyor… Önce zaman zaman diyoruz, ama kâr etmeyince duramıyoruz, bu dayanılmaz âleme ayak uydurarak katılıyoruz, hatta geç kalmışız, ah’la vah’la kaybettiğimiz zamanı telâfi edelim diye bu kervanın başına geçiyoruz… Tenkide de sıra, kervan başılığı kaybettiğimiz zaman geliyor…”

İşte Mütercim Rüştü Paşa ülkemizdeki politikacıların felsefesini ve sistemin neden değiştirilmediğini ciltler dolusu kitaplardan daha veciz bir şekilde açıklıyor. Muhalefette iken eleştirenler pastanın başına geçtikleri zaman öncesini unutuyorlar. Sistemin konforuyla hareket edenler ve sistemin kaymağı ile beslenenler elbette kendilerine sunulan imtiyazları altın tepsi içinde halka kolay kolay devredemezler. Bu gerçekten oldukça zor ve köklü değişim için halkın talebini ve iradesini net ortaya koyması gerekir. Onun için sürekli uyarılarda bulunmak gerekir. Yüzyıllık bir süreç içerisinde halk, kendisine başvurulduğunda talebini ve isteğini net bir şekilde ırtaya koymuş ve “VESAYETİN” üstünden kaldırılmasını defaatle dile getirmiştir. Halkından yetki alan siyasiler de artık bu sese kulak tıkamamalı, aleyhlerine bile olsa, cesur ve korkusuzca fiili adım atmalıdır .

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.