Şu sıralar ölüm gerçeği ile sık yüzleşir olduk.
Ama nasıl sarsıyor hepimizi ben de dahil. Çarpılmışa dönüyoruz anında. Yüzümüze tokat gibi iniyor bu hep unuttuğumuz ama elbet başımıza gelecek olan belki de şu hayatta tek gerçek...
Olayın gecesi tüm gece döndüm durdum.
Tam dalacağım ‘ölüm var...’sesi beynimde dalga dalga yayılıyor. Şak diye açıyorum gözleri, ani bir korku doluyor içime önce sonra derin düşünceler en son mecburi teslimiyet ve kapanış.
" Hayır korksan ne olacak? Korkunca ölmeyecek misin, neyin telaşı neyin korkusu, bu kadar Nagihan? İnancın da var elbet her canlı bir gün ölümü tadacak, biliyorsun da üstelik..."
Uzuyor gidiyor bu telkinler, saatlerimi aldı kendimi sakinleştirmem. Sonra yine uykuya dalmaya çalışma çabası, yine tam dalacağım, bu sefer başka senaryolar...
Hadi tekrar korku dalgası… Birden gözler sonuna kadar açık. Şimdi uyu uyuyabilirsen… Sabaha sersem bir ben... Ertesi gün de öyle oldu, daha ertesi gün de…
Günlük telaşa kapılıp dalıyorum ona buna koşturuyorum. Şu halledilecek, eksikler var giderilecek, o alınacak, şu alınacak.
Ne zamandır bir şeye ihtiyacım var alamadık gitti diye kızıyorum içimden… Beynimde sıralıyorum işte hepiniz gibi…
Hiç eksiğimiz gediğimiz biter mi? Bitmez.
Birini tamamlarsın. Birden başka bir yerde eksik oluşuverir.
Aynen böyle, hem iş yapıyorum hem beynimde işler dönüyor, bir ses geliyor: "Ölüm var..." O anda elim, ayağım ve beynim birden susuyor, zıpkın gibi kalakalıyorum olduğum yerde.
Bir müddet oturdum. Boş boş boşluğu seyrederek. Sonra ne olacak? Hayat işte… Tekrar normale dönüp kaldığın yerden devam ediyorsun hiç bir şey olmamış gibi…
Ama hep en yoğun olduğum, en kendimi hazırlıksız hissettiğim zamanlarda yakalıyor bu ses beni.
Sonra o ses seviye atladı. ‘Ölüm var, ölüm var Nagihan...’ demeye başladı.
İşte bu daha korkunç, daha ürpertici...
Hayatımızın bu kadar yakın gerçeğini nasıl da sanki hiç yokmuşcasına unutabiliyoruz acaba?
Kimse ölümü hatırlamak istemiyor, çünkü gerçeği görüyorsun. Tüm dertlerinin tasalarının sevinçlerinin hatta hayatının yalan olduğu gerçeğini...
Bir rüya alemi gibi er ya da geç biteceğini…
Bu sefer her şey silikleşiyor, değerini kaybediyor.
Çoğu şeyimizin, heveslerimizin, çabamızın, hayallerimizin, hatta sevindiğimiz, üzüldüğümüz ne varsa aslında bir hiçten oluştuğunu değersiz olduğunu anlıyorsun.
Ve bu insanoğluna ağır geliyor. Bu yüzden olabildiğince kaçıyoruz aslında kaçamayacağımız gerçeğimizden…
Kaçtığımızı sanıyoruz. Onu görmezden gelirsek oda bizi göremez sanıyoruz herhalde…
Bilmiyorum ki neden böyle çalışıyor beynimiz, ne kadar saçma…
Sabah eşim kahvaltıda hayatın pahalılığından genel halimizden topraktan almaktan satmaktan bahsediyor karşımda… Dinliyorum da. Yatırımdan bahsetmeye başladı. Sonra çocuklara kalmalı bir şeyler dedi.
Anlatıyor...
Dinledim, dinledim ama kafamdan neler geçiyor onu dinledikçe…
O da anlattıkça iş hayıflanmaya döndü, yapamıyoruz edemiyoruz demeye başladı ,bir anda
"Aman bosver, boş değil mi, ölüm var, hak var rahmet var, yarınımız belli değil, dertlenmeye değer mi " dedim.
İstemsiz çıktı ağzımdan bilerek değil. Durdu baktı "doğru boş" dedi. ‘Hakkımızda hayırlısı" dedi. Çayını içmeye devam etti. Güldük.
Çok dertleniyoruz, boşa dertleniyoruz. Sonra da aniden gerçekler yüzümüze çarpınca hiç beklemediğimiz, dünyaya en kapıldığımız anda nevrimiz şaşıyor.
Halbuki hiç unutmasak ölümü ne üzülürüz ne paralarız kendimizi her şeye…