Gerçekten bir hoş olmadı mı dünya?
Benim gözüme mi artık her şey daha çekilmez, daha ağır, daha yorucu geliyor; yoksa gerçekten mi böyle, bilemiyorum.
Diyorlar ki, "Dünya hep kötüydü, eskisiyle yenisi arasında fark yok. Sadece eskiden bu kadar çok şahit olmuyorduk, hepsi bu."
Ama ben öyle düşünmüyorum. Çocukluğumu hatırlıyorum… Elbette bir çocuk gözüyle, bir çocuk kalbiyle.
Belki de bu yüzden o zamanlar her şey daha sade, daha katlanılır, daha umut doluydu. Şimdi ise sanki dünya değil de biz yorulduk… Ya da büyüyünce her şey gerçekten değişiyor.
Artık düşünme şeklim değişti… Çünkü artık bir çocuk değil, çocukları olan bir yetişkinim.
Ve sanırım bu yüzden daha bir korkak oldum.
Eskiden sanırdım ki; insan büyüdükçe daha cesur olur.
Ama öyle değilmiş.
Meğer büyümek, cesaret kazanmak değilmiş; sadece korkularını daha iyi saklamayı öğrenmekmiş.
Rol yapıyormuşuz aslında… “Korkusuz” diye geçinen bizmişiz, ama içimizde büyüttüğümüz korkular da sessizce bizimle büyümüş.
Hayata başka bir pencereden bakmaya başladıkça, omuzlarımıza yüklenenler de kat be kat artıyormuş.
Meğer büyümek; koskoca yükleri sessizce taşımayı öğrenmekmiş.
Son günlerde nereye baksam, karşıma bir akran zorbalığı haberi çıkıyor.
Hem de öyle basit değil… Akıl almaz, iç acıtan olaylar.
İster istemez takılıyor aklıma, çünkü gördüğüm bir değil, iki değil.
Neredeyse herkes aynı şeyden şikâyetçi.
Okuduklarım, izlediklerim o kadar uç noktalarda ki… Gangster filmlerinden fırlamış gibi.
Ve daha da ürkütücü olan, bu olayların failleri: 13, 14, 15 yaşlarındaki çocuklar.
Kız ve erkek fark etmiyor… Hepsi sanki başka bir dünyanın çocukları gibi.
Öldüresiye dövmeler, bıçak çekmeler, öldürmekle tehdit etmeler… Neler neler.
Neredeyse her gün, sınırlarını zorlayan, akıl almaz hikâyeler okuyorum.
İster istemez içimde bir sıkıntı, bir tedirginlik oluştu.
Dönüp çocukluğumu, gençliğimi düşündüm.
Evet, o zaman da vardı sorunlar. Az çok biz de şahit olduk, bazen birebir yaşadık bile.
Ama bu kadar keskin, bu kadar karanlık, bu kadar korkusuz değildi yaşananlar.
Sorunlar genelde okul içinde kalırdı. Gerekirse öğretmen müdahale ederdi, en fazla velilere haber verilirdi.
Yani olaylar bir noktada kontrol altında kalırdı.
Ama şimdi öyle mi?
Artık olaylar okul duvarlarını aşıyor, sokaklara, ekranlara, sosyal medyaya taşınıyor.
Koca bir ülke şahit oluyor çocuklar arasındaki dehşet verici sahnelere.
İş öyle bir noktaya geldi ki…
En hafif sonuç travma, en ağırları ise ağır yaralanmalar, hatta ölüme kadar varıyor.
Her olay, her haber sanki daha da korkunç.
Hayatın her anı, her köşesi başka bir tehlikeyle dolmuş gibi.
İnsan artık sadece kendi için değil, en çok da çocukları için endişeleniyor.
Çok büyük mihenk taşları yanlış yerlere yerleşmiş olmalı ki, bu kadar büyük bir yozlaşmanın içinde buluyoruz kendimizi.
Hayati öneme sahip noktalarda, toplum olarak büyük hatalar yapıyoruz.
Ve bu hataların etkisi sadece anlık değil; derin, yaygın ve kalıcı.
Her şey mi yanlış gider bir memlekette?
Her olay mı tersine döner?
Artık bir tane bile düzgün, iç açıcı bir haber duymaya hasret kaldık.
O kadar özlemişiz ki…
Normalde gündelik hayatın olağan akışında sıradan sayılması gereken şeylere bile sevinir olduk.
İyiye o kadar aç kaldık ki, en basit güzellik bile bayram havası yaratıyor içimizde.
Sakin, düzgün, insanca bir hayat yaşamaya hasret kaldık.
Ahmet Minguzzi olaylarına bakamıyorum bile.
Ancak haberi okuyabiliyorum, o da içim yana yana.
Allah ailesine sabır, akıl ve sağlık versin…
Yoksa dayanılacak gibi değil.
Biz, olanları uzaktan okurken bile kahroluyoruz.
O anne ne yapsın, nasıl ayakta dursun… Düşünmek bile insanın içini parçalıyor.
Çocuğunu parka götürmeye korkmamalı insan.
Ama korkar olduk.
Herkesten çekinir, her şeyden şüphe eder hâle geldik.
Güven diye bir şey kalmadı koca ülkede… Ne insana, ne sisteme.
İşte bunun adı manevi yıkım.
İçten içe yok oluyoruz.
Ve en kötüsü de çoğu bunu fark bile etmiyor… Ya da fark etse de değiştirecek gücü kalmamış gibi susuyor.