Dört gözle rahatlamayı, ferahlamayı, nefes alabilmeyi beklerken ülkece sanırım daha da köşeye sıkışıyoruz.
Biz sıkıntılar içinde en yakın zamanda rahatlamayı umarken çevremizdeki ateş çemberi daha da daralıyor.
Kendi içimizde uğraşmaktan çevremizde neler oluyor tam anlamıyla anlayamıyoruz. Açıkçası, kendi derdimizden çokta umursamıyoruz sanırım. Biraz da ateşe, sıcağa bağışıklık kazandık tabii yıllar içerisinde.
"Huzur" kelimesinin ne anlam ifade ettiğini yaşamıyoruz malum uzun zamandır. Sadece açıklamasına, anlamına hakimiz o kadar.
Kimsenin “Hayat” karmaşasından kafasını kaldırıp da neler oluyor demeye takati de yok.
Yokmuş gibi, olmuyormuş gibi ateş bize her geçen gün daha da yaklaşmıyormuş gibi yapıyoruz. Hayal ediyoruz, düşünüyoruz veya düşünmüyoruz artık orası karışık.
Bazen aklıma düşüyor da korku kaplıyor içimi. Hadi biz ölür gideriz de zaten en son gidilecek er ya da geç. Ya çocuklar, çocuklarımız...
Tek kendim olsam inan olsun düşünmem yarını ama şimdi iş farklı boyutta.
Bazen diyorum galiba er ya da geç savaşın ve karmaşanın, yozlaşmanın kaçınılmaz olduğu bölgede çocuk büyütmeye çalışmak akıl işi değil.
Geleceğe hazırlanmak, geleceği düşünmek, hayaller kurmak...
Bazen bunları düşünürken bir anda bu ihtimal düşüyor mesela içime. Nasıl bir çöküş yaşanıyor içimde bilemezsiniz.
Bu aralar sanırım hep kötü haberler ve olaylara denk geldim. Böyle üst üste gelince küçük bir metal çöküş yaşanıyor içimde de benim.
Bir Filistin,
Bir Lübnan- İsrail karışıklığı,
Bir Hollywood kepazeliği, rezilliği, iğrençliği...
Hiç bir kelime onların bu pisliklerini anlatmaya yetmiyor.
Bir bu aralar sıkça karşıma çıkan çocuk çizgi filmlerine bile isteye eklenmiş sapıkça hareketler, imalar, simgeler...
Gerçi hepsi birbirleriyle bir yerde bağlantılı...
Çok maruz kaldım son bir kaç günde bu tip haberlere. Öyle kötü ki şu dünya, öyle göz boyayıcı ki, aslında öyle yalan... Ve çok kötü insanlar. Ahlaksız, korkusuz, midesiz, iğrenç varlıklar...
Annemi babamı o titizliklerini yeni yeni anlıyorum ve ne acı ki daha fazlasını yapasım var. Çok üzgünüm bu konuda. Hiç istemem ama...
Bu ama çok kapsamlı, çok anlamlı.
Şimdi düşünüyorum da yıllarca küçümsediğimiz o köy hayatı aslında bize sunulan bir nimetmiş ve biz kıymetini bilememişiz. Şehirde bir halt var sanmışız. İnsan içine karışınca başımız göğe erecek diye düşünmüşüz.
Aslında ne kadar az insan o kadar az pislik ve yozlaşma.
Günden güne neler duyuyorum ve bu benim gözümü korkutuyor.
Halbuki çocuklar insanlardan çok hayvanlar ve doğa ile vakit geçirse daha az tahribatlı olacaklarmış. Köy hayatı işte bu...
Burun büktüğümüz, küçümser baktığımız hayat bize sunulan bir hazineymiş meğer.
Meğer ben çok tozpembe bakıyormuşum hayata. Halbuki bana sorsan hayır gerçekten gerçekçi bulurdum kendimi. Ama değilmişim...
Ben bunu yeni yeni algılıyorum. Ben insanların kötülüklerini ne kadar ileriye gidebileceklerini yeni yeni görüyorum.
Geçmişte gençken dalga geçtiğimiz ne varsa gerçekmiş şimdi anlıyorum.
İlluminati, Siyonizm, kabala, 25. kare, renkler, simgeler, hareketler, efsaneler, gizli tarikatlar, kan emiciler, ayinciler...
En önemlisi çocuklar, çocuklar, çocuklar...
Zamanında ne kadar dalga geçtiğimiz ne varsa meğer gerçekmiş.
Meğer bunları bize anlatmaya çalışanlar bir şey biliyormuş.
Ne oldu peki? Bazı şeylere yeni aydık ve tutuştuk. İhtimal dahi vermediğimiz paranoya kabul ettiğimiz ne varsa gerçekmiş meğer.
O özendiğimiz hayatların birer aldatmaca olduğunu, yavaş yavaş enjekte edilen düşüncelerin artık bize, geleceğimize, çocuklarımıza zarar vermeye başladığını görmeye başladık.
Unisex ne, cinsiyetsizlik ne, “sevgi herkes içindir” ne demekmiş yeni yeni işin içinden çıkamayacak duruma gelince anladık.
Öyle yayıldı ki bu düşünceler, kanser gibi içimizi, can damarlarımız çocuklarımızı yemeye başladı.
Çok korkutucu boyutlara geldi ve önünü alamıyoruz. Öyle zorlaştı ki çocuklarımızı bu tür düşüncelerden ve insanlardan korumak.
Bir yandan içsel bir yandan dışsal savaş, her bir yanımız ateş çemberi...
Ve bu savaşların tek bir hedefi var: Çocuklar...