Sanırım biraz geleceğe dair heveslerim ve hayallerim konusunda elden geçirmem gereken şeyler var.
Son bir kaç aydan sonra buna karar verdim galiba. Baktım olacak gibi değil çoğu şey, “Çokta şey etmeyeyim” dedim kendi akıl sağlığım açısından. Çünkü önümüz bizim sandığımızdan da daha puslu galiba. Bildiğimiz bu kadar bilmediğimiz kim bilir neler var daha.
Eşime dedim geçen gün "Biz de konuşuyoruz aramızda? Allah ömür verirse seneye yaza şurayı da görelim, gidelim, niyet edelim falan diye. Ne seneyesi! Önümüzde ki ay ne olacağı, hatta önümüzdeki gün ne olacağı belli değil."
Şaka maka derken artık ciddi ciddi savaş sinyalleri vermeye başladı bunlar. CNN’de bir emekli asker çıkmış diyor ki; "Sandığımızdan da çok yakın tüm öngörülerimiz. Eğer İsrail, Suriye’ye girerse iş bitmiştir. Suriye demek biz demek” dedi. Ağzım açık baktım kaldım. Bilmem kaç gün sonra da İsrail hem Suriye hem İran’a saldırı düzenledi. Üstüne terör tekrar kritik yerlerden baş gösterdi. Ne tesadüftür ki(!).
Ya artık çocuk bile biliyor ki hiçbir şeyin tesadüf olmadığını. Artık apaçık öğrendik ki saman altından bunca yıl biz Amerika İsrail gibi büyük devletlerle savaşmışız, hala daha devam ediyoruz.
Ancak daha çok dile dökmedik olayı. Yarın bir gün dile de dökülür, işte ondan sonra işler dönülmez yola girer.
Gerçi şuan istesek dönebilir miyiz? Bir ihtimal var sadece. O da jeolojik konumumuzu değiştirirsek falan... Yani ihtimalin "i"si dahi yok bizde.
İşte bundan mütevellit ben kendimde değişikliğe gitme kararı aldım. Az zor oldu, biraz dibe girdim çıktım ama çıktım. Olacak ile öleceğe çare yokmuş bu dünya da. Olacaksa olacak, ki öyle de görünüyor artık kabullenme sürecine de girdim. Eh, ne yapalım bizim yazımızda böyleymiş, savaş da görecekmiş bu gözler.
Her dönemin kendine has kaderi var. Dünya bu malum, çoğu zaman unutsak da olayı bu aslında. Mutlu olmayı bekleye bekleye ölüp gidiyoruz bu diyardan.
Ancak anı yaşayanlar az ucundan mutluluğu tadabiliyorlar. İşte bunu becerebilen de çok az.
Acayip gel gitli, stresli, aşırı heyecanlı, sabırsız bir karakter olan ben, artık anı yaşamayı deneyeceğim.
Yaşayacağım demiyorum, deneyeceğim diyorum. Çünkü benim için çok zor bir deneyim olacak. Çünkü elimde değil bir sonraki adımı düşünmemek. İhtimallerin ihtimallerini aklıma getirmemek. A, B, C, seçeneklerini aklımda sıralamamak... Böyle sayarken bile zor oldu. Benim evden markete gitmek bile hesaplı kitaplı. Aslında öyle zor ki bu! Farkındayım da üstelik bunun. Aşırı yorucu geldiğinin de. Ama sıyırıp atamıyorum kendimden.
Annem gibiyim... Onda kızdığım ne varsa zamanla bende de olmaya başladı. Çok sık tekrar eder oldum mesela bu cümleyi, cümleleri...
"Aaa annem gibi yaptım, annem gibi söyledim, annem gibi tepki verdim, annem gibi hareket ettim..."
Gülerek onun yüzüne de; "Gitgide sana benzemeye başladım. Bir daha sana kızmayacağım. Anne neden fevrisin” diyorum, gülüyor. "Yapacak bir şeyin yok tabii ki bana benzeyeceksin. Kime benzeyeceksin başka?" diyor sadece.
Bu zor zamanlar bize has bize özel değil aslında. Kısacık geriye gidelim. Çok değil, annelerimizin gençlik zamanına gidelim sadece.
80’ler, 90’lar...
Geçmişe özlemimiz var evet ama o yıllarda çok sıkıntıydı hatta karşılaştırmak çok doğru değil ama daha da ağır basabilir o zamanlar. Sokağa dahi çıkamayacak kadar güvensiz bir ortam. Okul desen başlı başına karmaşa, hatta karmaşanın göbeği.
Daha da eskilere hiç gitmiyorum. Oralara bir girersek mümkün değil çıkamayız.
Şuan kendimi mi avutuyorum bilmiyorum. Ama yakınırken şu an olan bitenden, eskiye özlem duyarken bir anda aklıma bu yüzü de geliyor eskilerin. O zamanların farkı sadece biz çocuktuk... O yüzden güzeldi her şey.
Büyüdük maalesef ve gerçek dünyayı gördük.
Bu coğrafyanın kaderi işte! Yarım yamalak hayaller, hatta kırmaya korktuğumuz hayaller...