Hava Durumu

Meşru müdafaa

Yazının Giriş Tarihi: 06.03.2020 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.03.2020 06:00

Türkiye sınırını ihlal eden Rus savaş uçağının 24 Kasım 2015'de düşürülmesi ve Rus Büyükelçi Andrey Karlov'a 19 Aralık 2016'da düzenlenen suikast sonrası bile, yeniden düzlüğe çıkan Türk-Rus ilişkileri bu defa İdlib'te çıkmaza girdi.

Rusya'nın ticari ve askeri iş birliği kurduğu tek NATO üyesi olan Türkiye ile neden İdlib'te diplomasiden vazgeçip, askeri seçeneklere yöneldiği halen tartışma konusu.

Öncelikle, Elma ile Armut'u ayırmak gerek.

Rusya'nın Suriye'deki hedefleriyle, Türkiye'nin hedefleri birbirine paralel değil.

Çarlık döneminden kalma Akdeniz ile buluşma hayali bugün itibariyle Putin'de vücut bulsa da, görünen o ki Putin'i de aşan bir oyun tezgahlanıyor.

Tıpkı Trump'ın Ermeni diasporası ve Yahudi lobisince kuşatılması gibi.

Bu yüzden İdlib kararlarının sadece Putin'nin tekelinde olmadığını bellemekte fayda var.

Kapalı kapılar ardında Rus bürokrasisi ve politika yapıcıları, işi yokuşa sürmeye devam ediyorlar.

Çünkü işin perde arkasında Türkiye'nin Suriyeleştirilme arzusu saklı.

Ve bu nokta da;  çıkarların öne alındığı dış politikalarda ikili lider ilişkileri de bir yere kadar netice veriyor.

Yüz yıllık planların işlemesi gerek çünkü.

Önemli olan bu atraksiyonlara karşı doğru yer tutmak ve strateji belirlemek.

Soçi mutabakatının Rus devletince kendi dümen suyundan değerlendirilmesi bir ölçüde olayları bu noktaya taşıdı.

Bu anlaşmazlık oluşmasaydı da, deniz bir gün bitecekti.

O yüzden,sisli havanın ardını iyi okumaya çalışalım.

Nedir anlamamız gereken peki:

Rus Generallerinin şuan da Rusya'nın Suriye stratejisinin başında olduğu ve Putin'i belli konularda sindirdiği ve tehdit altında tuttuğudur.

Putin'in hareket kabiliyetinin kısıtlanması ve buna sessiz kalması devlet adamlığı süresinin boyunun kısalıyor olmasından ibaret.

Ve koltuğunu koruması içinde önündeki askeri figürlerin (ordudaki generaller) desteğine ihtiyacı var.

Yani, şuan mavi boncuk dağıtmak ve ters düşmemek zorunda.

Bu olaylar yeni döneminde, yani Başbakanlık sistemiyle iş başındayken gelişseydi, belki insiyatif kullanabilme lüksü olabilirdi.

Ama şu dönem insani politikalar için uygun değil.

Yani eli kolu bağlı ve itaat etmek durumunda.

Tarihin tozlu sayfalarını karıştırırsak, Doğu bloku ülkelerine ve Türkiye'ye tam manasıyla dostane yaklaşım sergileyen bazı Rus devlet adamlarının da Rus işgal  politikalarına belli konular da soğuk baktıklarını ama, yine de çaresizlik denizinde yüzdüklerini görürüz.

Bu kişilerden biri de Sovyetler Birliği Kominist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçev'dir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, gizli bir oturum sonucu çıkan kararı eleştirerek; Türkiye'den Kars ve Ardahan'ın istenmesini akılsızlık olarak değerlendirmiş,

"Biz dost ve komşu Türkiye'yi kaybettik. Kendi elimizle A.B.D emperyalizminin kucağına teslim ettik" şeklinde sitem etmiştir.

Bugün de uygulanmak istenen o devirin planlarıdır.

Demek oluyor ki; her dönem kendi zamanın yanlış ve doğru unsurlarını barındırmakla mükellef.

Rusya ile yaşanan kriz sonrası Gemileri bir anda yakan bazı meslektaşlarımın makalelerini şaşkınlıkla okudum.

Dış politika böyle kesin hükümlerin yeri değil ki...

Olamaz da.

"Rusya ile ilişkileri keselim yüzümüzü batıya dönelim" ne demek?

"Her yerde kartını oynayabilme sanatıdır dış politika".

Krizle yüzleşmek, sorunu çözmek gerek.

Muhataplarını tekrar masaya mecbur bırakarak çekmek gerek.

Olması gereken aklı salim düşünce bunu gerektirir.

Türkiye'siz bir Rusya'nın gelecekte krizler içinde yüzmeye, hatta Karadeniz'e hapsedilmeye mahkum olduğu bellidir. Suriye'deki üsler kimseyi yanıltmasın.

Sorunlarla dolu coğrafyamızı avantaja çevirmenin yolunu arayalım biz.

A.B.D, Rusya'yı hem Karadeniz, hem Baltık, hem de Kafkaslar üzerinden çevreleyerek hareket edemez hale getirmek istiyor.

Üstelik Karadeniz ve Kafkaslar üzerinden çevreleme hareketinde elindeki kozu ise Türkiye olarak görüyor.

Türkiye, 2008 Gürcistan krizi ve 2014 Ukrayna krizi sürecinde NATO'nun Karadeniz'de gövde gösterisi yapmasına onay vermemiş ve serbest alan açmamıştır.

Buradan hareketle, o dönem Rusya, Türkiye sayesinde NATO ile karşı karşıya gelmekten kurtulmuştur.

Bu konuların dış siyasi uzmanlarımızca yuvarlak masalarda tartışıldığı bilgisine vâkıfım.

Yaşanan üzücü olaylar elbette ki ülkede herkesin yüreğini dağladı. Acımız büyük. Keşke olmasaydı. Ama,burada duygusal hareket etmenin bize katacağı bir şey yok. 

Devlet politikalarında ise hiç yeri yok.

İdlib'te ne işimiz var diyenler 11 000 km öteden gelenleri nasıl açıklayabilirler. Ülkemin yedi düvelle it dalaşı yaptığı sınır kapım da, kimse beni Misak-ı Milli sınırlarına mahkum edemez. Bizim sınırımız Kabil'den, Bağdat'tan, Şam'dan başlar derken ümmet, sen Misak-ı Milli avuntusu ile içine kapanıp, "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Ne işimiz var Suriye'de, Irak'ta, Libya'da" diyemezsin.

Şu farkındalığa iyice varılmalı:

Avrupa, özellikle de; Yunanistan-Fransa ve Almanya mülteci sorunu üzerinden Türkiye'nin bileğini İdlib'te bükmek istiyor.

Akabinde de Libya'yı önümüze koyacaklar.

Bu işin sonun da varılmak istenen hedef; Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki Mavi Vatan projesine engel olmaktır.

Neredeyse temsili bir dünya savaşına karşı tek başına dimdik ayakta duran bir milletiz.

Aç kurtlar Suriye rantı üzerinden kazanımlar elde etmenin peşinde.

Biz ise kendi güvenlik alanımızı çevrelemeye çalışıyoruz.

Yaşanılan her krizin ardından içerde kamuoyu tarafından oluşturulan panik havasının iyi niyetli olmadığından zerre şüphe yok.

Sosyal Medya'da bilinçli manipülasyonların yanın da, sorumsuzca yapılan paylaşımlar yeterli bilgiye sahip olmayan halkımızın direncini kırıyor.

Ülkede yuvalanan haşereler ve şer dış istihbarat örgütleri de kamuoyunu kendi lehine tetikliyor.

Kırılgan ve çabuk düşen bir yapıya sahip olan yurdum insanının gözü açık olması, sağduyulu davranması ve 15 Temmuz dayanışması gibi devletinin arkasında durduğunu hissettirmesi, milletçe en büyük kazanımımız olacaktır.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.