Hava Durumu

İstanbul beyefendisi Selim Baba ile Boğaziçi sohbetleri

Yazının Giriş Tarihi: 15.12.2019 06:50
Yazının Güncellenme Tarihi: 15.12.2019 06:50

İstanbul...

Uzun yahut kısa süreli, içinde barındırdığı her misafire sonsuz nimetlerini sunan ve toprağını çiğnemiş her insanı bir yönüyle kendisine hayran bırakmış büyüleyici bir şehir.

Tadına ise doyum olmaz.

Boğaz kenarında içilen bir bardak çayı bile biz Anadolu eşrafı için yıllarca zihinlerden silinmeyecek bir bal tadı bırakır dudaklarımızda.

Çocukluğumun silinmez anılarında da  yer tutar bu yedi tepeli şehir.

Annem ve babamla ilk gezmeye gittiğim 1975 yılı dün gibi sanki.

En çokta vapurlarına vurulmuştum.

O ne güzellikti öyle.

Nazlı bir gelin edasıyla denizde salına salına süzülüşlerini seyretmek keyifliydi ama aniden beni yerimden hoplatan yüksek desibelli kornaları da bir o kadar ürkütücüydü.

Herkesin belleğinde kendine özel bir yerlerde sakladığı güzel İstanbul Hatırası muhakkak vardır.

Mesela ben hep semt semt bakarım bu şehre. Öyle anımsarım.

Bir bütünlük kurmayı denemedim hiç.

İstanbullu değilim çünkü.

Oysa birisi için İstanbullu dediğiniz anda onun için çok şey söylemiş olursunuz.

Giyimi, kuşamı, görgüsü, konuşmasıyla tam bir 'İstanbullu'...

Hele ki daha eski yıllarda İstanbullu olma kavramı, ülke kültürünün referans noktasıydı.

Bir diploma sahibi olmak kadar al benisi vardı.

Herkesin özendiği bir kimlikti İstanbulluluk.

Herkes,  o şehir insanının davranış biçimine, nezaketine özenirdi.

Orada doğup, yıllarca toprağını çiğnemiş kişilerin ise elbette ki farklı bir gönül bağı vardı Şehr-i İstanbul'la.

Geçen yaz ki sohbetlerimiz de, Kumla'daki denize sıfır yazlığında, o eşsiz keyifli sabah kahvaltılarımıza, şen şakrak şarkılarla gün batımlı akşam yemeklerimize rağmen adeta gurbet acısı çeken bir İstanbullu vardı aramızda.

Sevgili kayın pederim "Selim Baba"

Kendisi Eyüp Sultan doğumlu ve şu an 69 yaşında. Eyüp Sultan'da mezarlıklar arasında saklambaç oynayarak geçirilen ve İstanbul'un en güzel, albenisi en yüksek zaman dilimine şahitlik etmiş bir ömürdür kendisi. Eminönü, Boğaz, Sultanahmet, Beyazıt, Beyoğlu... Kalbi daha çocukluğundan vurgundur bu baba yadigârı şehrin tarih kokan sokaklarına. Hikayelerinde ise hep bir özlem hep bir uzaklara dalış... Şimdilerde ise ölmek üzere olan bir yakınının yüzüne bakmaktan çekinen ve onu geçmişteki haliyle hatırlamayı seçen biri gibi, o çok sevdiği İstanbul'u, kendi ağırlığından bozularak yıkılmaya yüz tutmuş bu şehri uzaktan izlemekti kaderi.

Yukarıda saydığım özellikleri adeta yek vücut tek bünyede toplayan Selim Baba ile yaptığımız eski İstanbul sohbetlerinde bende eski dönemlerime çocukluk ve gençlik yıllarıma dönüş yaptım defalarca.

Bu şehre karşı herkesin farklı bir bakış açısı gelişiyor.

Herkes kendinden bir pay biçiyor, koyuyor ortaya.

Kendinde olmayanı da merak ediyor.

Mesela ben 1960′ lar da sadece 1 yıllığına traktör parası için gidilip ama geri dönülemeyen Alamanya gurbeti hikayesini dinledim babamdan.

Hemde birinci ağızdan.

1970'lerde aynı cenderede kendisininde olduğu dönemleri yad ettik meltem serinliği veren o balkonda. Çok sevdiğimiz bergamotlu çayımız da yanımızda.

Benimse, o dönemki anılarımda, 1980'ler de aldığım GünterWallraff'a ait  "En Alttakiler" adlı bir kitap yer almakta.

Yazar, Alman olmasına rağmen Türk işçi kılığına giriyor ve Almanya'daki olumsuz, tahammülü güç çalışma ortamına dalıyor.

En yapılmaz işlerin Türk İşçilerine yaptırıldığına bizzat şahitlik ediyor.

Türk görünümlü bir işçinin gözünden, bu zorluklar o dönem kaleme alınmış ve tüm Avrupa ile Türkiye'de yankı uyandırmıştı.

Aslında kitapta okuduklarım babamın da anlattığı yaşanılmış gerçek hayat hikayeleriydi.

Öğrencilik döneminden sonra gemilerde başlayan serüvenimde Selim Baba'nın ilgiyle dinlediği konular oluyordu. Hele ki Boğaz geçişlerimi anlattığımda ikameti bir anda Kumla'dan İstanbul'a o gözlerindeki ışıltının hızıyla bir anda kayıveriyordu. İstanbul Boğazı...

İstanbul Boğazı usta gemicilik gerektiren bir tecrübedir.

Boğaz deyip geçmeyin. Dünya'nın en zor Türk su yoludur burası.

Karadeniz ile Marmara denizini birbirine bağlayan Kuzey - Doğu, Güney - Batı yönünde Karadeniz'den Marmara'ya adeta dere gibi 4-5 mil hızla akan, genellikle içinde ters akıntı barındıran pür dikkat seyir atılması gereken, özellikle de yeni dümen tutmaya başlayan genç denizci öğrenciler için çok önemli bir tecrübe.

Boğaz trafiğinde bazen öyle bir hisse kapılırdım ki;  "iki gemi karşılıklı sürtünmeden geçemeyeceğiz."

(Özellikle, Rumeli-Anadolu Hisarı açıkları en dar deniz bölgesi)

O derece insanın kontrolünü şaşırtan bir bölge...

Bu önemli geçit İstanbul Boğazı adını alsa da batı dilinde "Bosphorus" olarak bilinir.

Eski Yunan döneminden kalma bir söylemdir bu.

Sığır Geçidi anlamını taşır.

Denizcilerin korkulu rüyası olan akıntı yönlerinin tersliği oldukça vahim bir realitedir. Üst tabakadaki Karadeniz suyu; kuzey doğu, güney batı istikametinde akar.

Tabanda ise; Akdeniz suyu vardır. Ters istikamette Marmara Denizinden Karadeniz'e doğru gider.

Buna "Orkoz" denir.

Kuzeye doğru, alt akıntı hızı derine inildikçe artar.

Boğazın girintili çıkıntılı olması ise; Kuzeyden Güneye doğru, koylarda ters akıntılar olmasına sebebiyet verir.

Uzunluk 31 km'dir.

Kız kulesinden fenerlere kadar olan eksen ise 55 km idi yanılmıyorsam.

Genişliği ise; Türkeli yakınları 3600 m. (Karadeniz boğaz çıkışı)

Marmara Denizi'ne açılan mevki ise 1675 m.

En dar yeri Rumeli ve Anadolu Hisarları arası ise 699 m.

Derinlik ortalaması 60 m. En derin yeri ise 120 m.

Tuz yoğunluğu ve kot farkından dolayı oluşan akıntılar ise bu sularda bir hayli kuvvetlidir.

Karadeniz'i açık denizlere bağlayan tek geçit olma özelliğiyle birlikte, tarihin tek jeopolitik ve ekonomik öneme sahip geçidi olma özelliğini de taşır.

Deniz ulaşımında İstanbul Boğazı'nın Uluslararası kullanımını ise Montrö Antlaşması (1936) düzenler.

Bu seyir şekilleri gemi kaptanı için stres barındıran bir durum.

O dönemlerde tuttuğum defterimdeki notlarda en ince hesaplarla geminin dengesini nasıl korumaya çalıştığımı hatırlamak bile kendimi iyi hissettirmiyor.

Unutamadığım ise;  Boğaz girişlerinde eğer ki Ramazan ayına denk geldiysek akşam ezanına yetişebilmek için dua ettiğimdir.

Akşam ezanında her minare için ayrı ayrı kulak kabartır, gemi ilerlerken yarım saat boyunca farklı tınlamalar ile her minareden çıkan o muhteşem sesi sonsuz bir özlemle dinlemek ve orucumu seyirdeyken boğaz manzarası eşliğinde açmak en büyük, en güzel, en ulaşılmaz bir zevkti benim için.

Dedik ya, herkes İstanbul'u farklı sever ve farklı yaşatır hafızasında.

Ben tarafından bakıldığında durumum aşağı yukarı böyle.

Fakat bilemezdim ki, mutluluğun Beşiktaş Tankeriyle Üsküdar/Kuzguncuk açıklarından geçerken o dönem hesaplayamadığım, fakat anlamını şimdi idrak ettiğim kaderin küçük bir tılsımın da saklı olduğunu.

Bir İstanbul masalından bölüm bölüm anılar dinlediniz.

Teşekkür ediyorum esirgemediğiniz kıymetli zamanınız için.

Allah'ın selameti üzerinize olsun...

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.