Hava Durumu

Bediüzzaman'ın Abdülhamid ve Meşrutiyet ilişkisi

Yazının Giriş Tarihi: 01.04.2016 09:04
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.04.2016 09:04

Bursa'mızda geçen hafta boyu yoğun sosyal faaliyetlere sahne oldu. Bunlardan en dikkat çekeni ise, Said Nursi ile alakalı "Paneller" idi. Hemen hemen her yıl Bursa'da mart ayında, Üç Döneme damgasını vurmuş, büyük İslam alimi Üstad Nursi ile alakalı (anlama ve anlatma) panel ve konferanslar organize edilir. Bu gayret ve çalışmalarından ve nazik davetlerinden dolayı 'Bursa Kültür vakfı' ve 'İttihat, Kültür ve Dayanışma Derneğine' çok çok teşekkür ediyorum.

 

Neden Said Nursi?

Çünkü O klasik bir medrese âlimi değildir. Onun hayat serüveninde;II. Meşrutiyet döneminde; Meşrutiyet için İstanbul'da, Hürriyet için Doğu Anadolu'da, İttihad-ı İslam için Şam'da, İşgale karşı (bilhassa İngiliz ve Ruslara karşı) savaş cephelerinde ve Dindar Cumhuriyet için Ankara'da verdiği mücadelelerden dolayı, bugünün Türkiye'sinde yaşayan bizler için, O'nun özel bir yeri vardır.

 

Bediüzzaman İstanbul'a geldiğinde,devrin tanınmış şahsiyetleriyle (Akifler, İzmirliler...) yakın bir ilişkisi var. Meydanlara çıkıyor, halkın içine karışıyor, Meşrutiyeti anlatıyor, gazetelerde makaleler neşrediyor ve II. Abdülhamid'in baskı rejimini her halukarda benimsemediğini, İstibdadın İslam'da yeri olmadığını, Hakiki adaletin, uhuvvetin ve hürriyetin İslam'da olduğunu, bu nedenle yönetimde; İslam'ın ilk dönemlerine, aslına dönülmesi gerektiğini açıkça ilan ediyordu. Bundan dolayı Abdülhamid, Bediüzzaman'ın İstanbul'dan çıkarılmasını istedi. Şunu unutmamak gerekir, o dönemde Meşrutiyet yanlıları muhalif konumunda idi ve bunların çoğu muhalefetini yurt dışından yapıyorlardı. Said Nursi ise padişahın yanına gelmişti. Hatta bu da yetmemiş sarayına kadar giderek şarkın eğitim problemleri hakkında, bugünkü Kürt problemlerine de çözüm sunan) rapor vermişti.

 

SAİD NURSİ'NİN, ABDÜLHAMİD'E YAKLAŞIMI

 

Said Nursi bir İslam alimi olarak, sadece ve sadece hakkı tercih etmiştir. O Toptancı değildir. Her hadiseyi İslam'ın terazisi ile tartmıştır. Bir şeyi tamamen reddetmediği gibi tamamen de kabul etmemiştir. İyi taraflarını onaylamış, kötü taraflarını reddetmiştir. Abdülhamid'e yaklaşımı da öyledir. Padişahın dini hayatını takdir etmekle birlikte,belki de mecbur bırakıldığı siyasetini asla tercih etmemiştir. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, İslam'ın hakiki adaletinden (adalet-i mahza) vaz geçilmemesi gerektiğini savunmuştur.

İnsan hak ve hürriyetlerinin ilahi bir koruma altında olduğunu, bir kişinin hatasıyla ailesinin ve çevresinin sorumlu olamayacağını, kişinin yaşam hakkının ilahi koruma altında olduğunu, baskı ve istibdadın vahşetin ürünü olduğunu, her insanın hür doğduğunu ve hakiki hürriyetin de Asr-ı saadet döneminde uygulandığını,ve zaman sınırı olmadan bu islami ilke ve kuralları uygulamaların mümkün olduğunu, her platformda dile getirmiştir.

 

Bir sonraki makalemizde 31 Mart olayını ele alacağız.

 

 

 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.