Hava Durumu

"Tevhid Mesajı" Okuyorum (7) Emanet, liyakat ve seçimler-2

Yazının Giriş Tarihi: 05.01.2019 08:03
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.01.2019 08:03

Âl-i İmrân 75, 76, 77

Ehl-i kitap'tan (önceki vahyin mensuplarından, yani kendilerine kitap gönderilenlerden) size karşı (önyargısız, dürüst, hakka-hukuka riayet eden) öyleleri vardır ki kendilerine bir hazine emanet etseniz kuruşuna bile dokunmadan iade ederler; ama öyleleri de vardır ki tek bir dinar versen (Tevrat'ta 'dinlerinden olmayanın mallarına el koymanın helal kabul edildiğine' dair bir hüküm bulunduğuna, dolayısıyla kendilerinden olmayanlara yaptıklarından dolayı mesuliyet yüklenmeyeceği, hesaba çekilmeyeceklerine inanırlar ve) ona el koymaya kalkarlar, sıkıştırmadıkça da iade etmezler. (Aslında onlar Tevrat'ta insanların canına malına dokunmanın haram kılındığını bilmelerine rağmen bu davranışlarıyla) Allah'a bile bile yalan isnat etmektedirler.

Oysa Allah (onlardan emanete hıyanet etmeme ve ahde vefa hususlarında taahhüt almış ve buna sadık kalanlardan) sorumluluk bilinciyle hareket edenlerden razı olacağını, onları mükafatlandıracağını vaat etmiştir. 

(Kendi kitapları olan Tevrat'ı da tasdik eden peygamberlere iman etmek noktasında) Allah'a verdikleri sözü (Taahhüdü) küçük bir maddi menfaat karşılığında (Bile) satanların ahrette  (İlahi lütuf ve ikramlardan) bir payı olmayacak, kendilerine değer verilmeyecek, onlarla konuşulmayacak, yüzlerine bile bakılmayacaktır. (Dahası) Onlar için pek acıklı bir azap vardır. 

Kıssadan Hisse:

    1. "Emanet müessesesi" Allah indinde makul, mantıklı, meşru ve hale göre gerekli olan bir uygulamadır.

Ayette; emanet maddi, manevi, sosyal, siyasal en geniş anlamda kullanılmış, asıl muhatap ise emaneti teslim alan, yani (Korumaya muktedir) güç sahibi-yöneten-otorite olarak açık bir şekilde vurgulanmıştır.

    2. Buradaki emanete sadık kalma hükmü doğrudan Müslüman'a değil Ehl-i kitab'a (Kendilerine kitap gönderilen, Allah'ın varlığını kabul eden ama Hz.Peygamber'e inanmayan Hıristiyan ve Museviler) hitapla verilmiştir, ancak (Kur'an'ın üslubu ve genel hükümleri çerçevesinde değerlendirildiğinde) şüphesiz ki bütün insanlara şamildir.

Ayette, emanetin verileceği (Teslim edileceği) insan/grup/kurum, yani koruyucu gücün asıl özelliğinin "önyargısız, dürüst, hakka-hukuka riayet etmesi" olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Dolayısıyla emanetlerin bu özelliklere sahip ehl-i kitap mensuplarına verilmesi ilahi emirlere aykırı değildir.

Bu hükümle Müslüman'a ise (Zımnen)  "Sizin peygamberinize inanmayanlardan bile emanete karşı sorumluluğunu bihakkın yerine getirenler var. Allah sorumluluk bilinciyle hareket eden bu insanları mükafatlandıracaktır. Onlar bu durumdayken, gönderdiğimiz elçiye inananlar olarak sizin tersini yapmanız, bir başka deyişle 'Allaha bile bile yalan isnatta bulunmanız' söz konusu olamaz. Dini kuralları olduğundan başka türlü algılayıp, işinize geldiği gibi yorumlayıp, mesela Allah rızası için(!) bunları yaptığınıza iddia edip hesaba çekilmeyeceğinizi zannetmeyin sakın! Bu durumdakiler yaptıklarının hesabını ahrette mutlaka verecektir." denmektedir.

Emanetin "insan-insan ilişkisi" işin (Malın/yetkinin/sorumluluğun) ehline teslim edilmemesi durumunda, ona sahip ehliyetli kulların hakkına girilmesi (Kul hakkı yenmesi) ve Allah'ın bahşettiği mevcut ve potansiyel imkânların insanların (Toplum) faydasına sunul(a)maması yani nimetlerden mahrum bırakılması şeklinde özetlenebilir.

Emanetin bir de "insan-Allah ilişkisi" vardır: Eğer insanlara/topluma yararlı olacak, meşru-yetenekli-yeterli liyakatli kişi(ler) yetkilendirilmez, yani emanete (Otorite olarak sahip olunan nimete/yetkiye) saygı gösterilmezse insanların (Ve din'in) yararına olacak görevler/mesuliyetler gereğince yerine getiril(e)mezse şüphesiz ki (İlgili ayetlere göre) günaha girilmiş olur. Çünkü iman ederken Allah'a verilen söz tutulmamış, emanet edilen (Geçici bir süre için otoriteye bahşedilen) imkânlar (Güç, akıl, organ, yetki) yerli yerince (Emir olunduğu şekilde) kullanılmamış, nimetin hakkı verilmemiş olur. Bu (Kifayetsizi) yetkilendiren amir/üst/otorite için olduğu gibi yetkiyi alan/kabul/görevlendirilen (Kifayetsiz) için de böyledir.

    3. Emaneti kabul edip ona sadık olmayanlar emanetin (Mal, eşya, para, insan, oy-rey- her neyse) üstüne oturur ve bu yaptıklarının haram olduğunu, kul hakkı yemek olduğunu, neticede Allaha karşı gelmek olduğunu bildikleri halde onu kendiliklerinden (Sıkıştırmadıkça) geri vermezler... Burada, örtülü olarak, emaneti teslim ettiğimiz kimseyi-makamı-grubu gerektiğinde sıkıştıracak bir güce sahip olmamızın da tavsiye edildiği kanaatindeyim. Zira ortada bir güç yoksa sıkıştırmaktan söz edilemez. 

Bu ifadeden bir çıkarımım da şudur; Allah Müslüman'ı (Ve hatta ehl-i kitab'ı da! Çünkü hitap doğrudan onlaradır ve hak edenin hakkını vermek hususunda Allah'ın Müslüman, Hıristiyan, Musevi ayırımı yapması düşünülemez) emanetçinin-otoritenin-üstün-amirin himmetine bağlı bir konumda çaresiz, eli kolu bağlı bir vaziyette olmasına da rıza göstermemektedir.  

    4. Özellikle üst otoritenin kendisine verilen emanete/yetkiye sadık kalması, bu gereği yerine getirmek üzere görevlendireceği alt otoritenin-kişinin-liderin-grubun-kurumun liyakat sahibi olması, adaylar arasından en ehil olanın tercih edilmesi ilahi emrin gereğidir.

Bu hükme karşı doğrudan veya dolaylı olarak yapılanlar, mesela şu ya da bu şekilde, korku salarak, insanları sindirerek, olayları-kişileri farklı göstererek olayları ve imkânları kişisel veya grupsal dünyevi çıkarlar uğruna kullanmalar beyhude çabalardır. Allah'ın bunları hakkıyla gören, işiten ve (Hakkaniyetle yönetilmeyen) insanların hakkını koruyan olduğu ayetlerde açıkça belirtilmektedir.

 Bu çıkarımı da Nisa Suresi'ndeki hükümlerden anlıyorum.

 Yarınki yazımızda da o hükümlere değinelim inşallah.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.