İçimizdeki deprem

İnsanoğlu her ne kadar bilim ve teknolojinin mihmandarlığında yaşadığı coğrafyanın topoğrafyasına kendi varlığının bu günü ve geleceğini garantiye almak için faydacı yaklaşımla müdahale etmekte ve bu minvalde her geçen gün artarak hayli yol almış olsada üzerinde yaşadığımız yer küre Allah'ın izni ve iradesiyle gene kendi zamansal oluşumunun gereği olan dinamik hali ve devinimlerinden vazgeçmiyor.

Yer kürenin bir hayali hareketli, geç oluşumlu enlem ve boylamları dâhilinde bulunan ülke toprağı olarak bahsettiğimiz Türkiye, dünyanın hareketli halinden mütemadiyen nasibini almaktadır. Dolayısıyla Türk milleti de etki tepki kuralının doğru bir yansıması olarak yaşanan bu süreçlerden bazen az bazen çok olumsuz olarak etkilenmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz jeolojik gerçekleri değiştirmeye gücümüz yetmeyeceğine göre deprem denen bu sarsıntılı hale ve onun doğuracağı muhtemel olumsuz sonuçları minimize etmeye ruhen ve göreven hazır olmalıyız.

Bugüne kadarki yaşanan depremlerin oluşturduğu menfi sonuçlar üzerinden bir değerlendirme yaparsak Türkiye bu yıkıcı evreleri atlatacak basirete ve cesamete sahip bir ülkedir. Kaldı ki yapı stoku gün geçtikçe daha dayanıklı hale gelmektedir. Devlete ve bize düşen yaşam alanları oluştururken bu gerçeği ıskalamadan binalarımızı inşa etmek. Bunun yakın gelecekte çözüleceği kanısındayım.

Beni asıl endişelendiren evlerimizi ve diğer yaşam alanlarımızı meskûn mahal olarak bu sarsıntılı ve yıkıcı etkilere karşı mukavemeti yüksek hale getirirken toplumsal çatlaklarımızı da tamir edebilecek miyiz? Yaşanan her doğal afet deprem ve benzeri doğa olayları sonucunda ahlakın yerel ve evrensel skala yelpazesinde yer almayan refleks ve stratejilerle kendi siyasi renk ve dünya görüşümüzü pazarlayacak mıyız?

Bu endişelerimin artarak devam etmesini sağlayan menfi hislere son yaşadığımız 6,8'lik Elazığ depremi sonrası daha da kendimi kaptırdım. Yaşanan afetin hemen sonrası ülke idaresinde bulunan bürokrasi yönetimini ve siyasi iktidarı zayıf ve yetersiz göstermek için yapılan dezenformasyon ve desiselerle kendine siyasi rant sağlama çabasının kurumsal siyaset ve onun tabanına işlenmiş halini gördük.

Devlet dediğimiz şeyin amaç ve gaye kısmını bir kenara bırakırsak somut vücut bulma halinin kaçınılmaz gereği bir organizasyonel yapı olduğudur. Dolayısıyla ülkede oluşacak sıkıntılı süreci bertaraf etmek için ihtiyacımız olan gene bu organizasyonun sağlıklıişlemesidir. Yoksa zaten nefis ve sabırla imtihanda olan insanoğlunun kendi yaşadığı alanı, yine kendine zarar kaotik hale evirtmesiküçük kıvılcımlara bağlıdır.Buna meydan vermemek için de ülkenin sosyoekonomik,siyasi,etnik ve inançsal bileşenleri bahsi geçen süreçlerde bir blok halinde olması lazım.

Yoksa son depremde yaşadığımız süreçten siyasi pay alma plan ve uygulamalarının kimseye faydası yok. Yukarıda dediğimiz gibi yaşanan travmaların sunucunu azaltmak için eğer hepimiz bir çaba içinde olacaksak bu devdesin organizasyonuna dâhil olarak ve katkı yaparak olur. Yerel yönetim ve STK'ların bir kısmının yaptığı gibi kendi yardımlarımızı kendimiz dağıtırız mantalitesiyle asıl amacı aşan, çıkar kokan yaklaşımlar zaten var olan menfi durumu dahada artırıp daha fazla olumsuzluklara kapı aralamaktan başka işe yaramaz. Yoksa Türkiye değil on-onbeş bin, bir milyon kişi barınaksız kalsa bile bunu 24 saatte giderecek ekonomi ve üretim gücüne sahiptir. Yani devletin kimseye maddi ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olduğu şey, halkının birbirine kenetlenmesidir. Kendi işleyiş yapısına engel olacak değil, katkı sunacak mantalite ve yaklaşımdır. Devletin bu süreçleri yönetecek bürokratik kurumları yeterlidir. Bize düşen katkı sağlarken bu kurumların öncülüğünde ve onların yol haritasına dâhil olmaktır.Yaşananlardan kendimize çıkar sağlayacak maskeli davranışlarda bulunmak değil.

Sözün özü deprem denen yıkıcı etkilere karşı meskûn mahal oluşturma ve yapı stokumuzu dirençli hale getirilme işlerini başaracağımıza inancım tamken doğal felaketlerin kendi içimizde oluşturacağı çatlak ve yıkıntıları önleyeceğimize ve gidereceğimize olan kanım bir hayli zayıf.